Türkiye’de toplumun değerleri ve kurumsal sistem ciddi bir tehdit altındadır. Toplumsal değerler ve kültür, dışarıdan gelen kasıtlı, içeriden gelen sorumsuz yayın, açıklamalar sebebiyle yıpranıyor. Sistemli bir şekilde yapılan yıpratıcı tesirler, toplumsal değer yargılarına aldırış etmeden sürekli toplumu baskı altına alıyor.
Toplumsal değerler, uzun zaman dilimi içinde ve insanlığın ortak kabulü ile yerleşmiş ve muhafaza edilmiştir. Bu değer, anlayış ve alışkanlıkları; hiçbir meşru otoriteye sahip olmayan bazı haberci, sanatçı ve siyasetçiler tarafından hakaret edilip, küçük düşürülmesi, ciddi bir hak ihlalini ve kargaşayı ortaya çıkarmaktadır.
Türkiye’de medeniyet ve toplum krizini tetikleyen ve derinleştiren bir keyfilik ve serbestlik Osmanlı’nın son zamanlarından beri sürdürülmektedir. Toplumun, kendi inanç, değer ve kültürünü koruma konusunda desteksiz ve rehbersiz olduğunu söylemek, yanlış olmayacaktır. Toplum denilen o büyük güç, batının uluslararası sömürü çarklarının temscilcileri tarafından korunmasız bir şekilde yıpratılmaktadır. Bazan da, uluslarası ideolojik merkezler; toplumsal güçten pay almaya çalışmaktadırlar.
Hükümet ve hukuk kurumları, toplumun düzen ve değerler sisteminin korunması konusunda hassas olmalı, toplum kültürü her ne sebeple olursa olsun, güvence altına alınmalıdır. Aile, ahlak ve hukuk kurumlarının toplumda etkinlik kazanarak kuralsız ve toplumsal desteği bulunmayan keyfi organizasyon ve görüşlerin kontrolü sağlanmalıdır. Özellikle basın ve medya yayınlarının, belli değer, anlayış ve inançlara yönelik keyfi ve sorumsuz tutum ve yayınları engellenmelidir.
Bir toplumun inanç, ahlak ve gelenek gibi değer sistemleri, üzerinde politika yürütülecek ve yıpratılmaya gelmeyecek hassas alanlarıdır. Bunlara olan inanç ve güven zedelenmesi halinde, toplumun tüm sistemi bundan zarar görür ve tedavisi de uzun yıllar alır. Bu yüzden, toplum değerlerine yönelik suçlar, insan öldürmek ve kişinin mal ve yaşama güvenliğine zarar vermekten daha büyük bir müeyyide ile karşılık görmelidir.
Türkiye’de Sosyologlar, toplumun nabzını tutma konusunda yetkili kılınmış bir meslek alanı değil. Türk yönetim sisteminin sosyal sistemi ve meslek anlayış kültürü de yeterince gelişmemiş durumda. Kurumsal yapılar, sosyal bilimcilerden gereği gibi istifade edebilmeye açık bir anlayış ve meslek kurallarına sahip değil. Sadece din ve hukuk adamlarının değil, sosyologların da toplumsal düzen ve ahengin sağlanmasında meşru ve kanuni bir yetki sahibi olmaları gerekiyor. Halihazırda, toplumsal kanunları derinliğine bilmeyen ve davranış kurallarının metoduna sahip olmayan yöneticiler, ciddi hata ve yanlışlarla yüzyüze geliyor ve sosyal enerjiyi boşa çıkarabiliyorlar.
Türkiye’de yıllar önce Terör’ün sosyal temellerine inilmedi ve olay sadece askeri ve salt güvenlik dinamikleri ile çözülmeye çalışıldı. Ancak son yıllarda, olayın sosyal, ekonomik ve kültürel boyutlarına açılımlar getirilmeye başladı. Fakat bu açılımların da,öncelikle sosyal bilimcilerin gözetiminde ve yolgöstericiliğinde yapılması gerekiyor. Siyasetçiler, kendi kanaatleri ile bunları çözmeye kalkışırlarsa, ciddi problemlerle karşılaşılabilir ve beklenen etkili neticeler alınamaz.
Yakın zamana kadar çocuk esirgeme yurtlarında, ciddi sosyal ve ahlaki sıkıntılar yaşandı. Çocuklar istismar edildi ve kullanıldı. Bu kurumlarda çocuk ve gençlerin dünyaları, kültürel ve ahlaki değerler ile donatılamadı. Sonunda çok ciddi istismar ve menfaat türleri ortaya çıktı. Tek kelime ile ailenin yeri doldurulamadı. Bunun üzerine, hükümet; ailelere maddi yardım yaparak çocuklarına sahip olmaları ve onları ihtimamla yetiştirmeleri içinailelere maddi yardım yaparak, çocuklarını kurumdan evlerine almalarını teklif etti. Bu uygulama ile birçok çocuk ve genç ailelerine döndü ve konu, sosyal bir mantık ile çözüldü. Çünkü her varlık; kendine uygun ortamlarda gelişme ve rehabilite edilme imkanına sahip olmaktadır.
Bir süre önce bazı suçlular, af kapsamına alındı ve kontrol edilerek, toplumun içinde normal hayata adapte edilmeleri düşünüldü. Fakat bu suçluların fiziki takibi yeterli oldu mu? Yaklaşık, iki yıla yakın bu uygulama, hangi noktaya geldi? Bu incelenmiş değil. Bu insanları suça iten ve onları çevrelen şartlar incelenebildi mi? ? Suçluların toplum içindeki problemleri veya rehabilitasyonu, batı’dauygulandığı gibi elektronik kelepçe ile çözülebilecek mi? Kaldı ki, batı’da suçluların rehabilitasyonunun sağlandığına dair somut sonuçlar gösterilemiyor.
Sonuç olarak, birçok konu; derinliğine inilmeden ve arka planı araştırılmadan çözülmeye çalışılıyor. Fakat, bu uygulamaların sosyal boyutu ve işleyiş şeklinde uzman sosyal bilimcilerin bulunmayışı ve sosyal bilim kültürü ile uygulamasına yönelik yetişmiş elemanların azlığı, toplumdaki problemleri ve aksaklıkları köklü bir şekilde çözmeyi engellemektedir.
Sosyal bilim eğitimimiz de, batıdaki bilgilerin tekrarı olması dolayısıyla; toplumu ve insanımızı anlama noktasında yetersiz kalmakta ve kendi fonksiyonunu gereği gibi yapamamaktadır. Dolayısıyla, sosyal bilimlere yeni bir bakış ve çalışma sistemi getirebilecek bir proje eşliğinde Türkiye’de sosyal bilimleri, “problem çözücü” bir noktaya ulaştırmak gibi çok önemli bir görevimiz bulunmaktadır. Batı toplumu için hazırlanmış reçeteler ile kendi insan ve kurumsal yapılarımızı düzenleme imkanımız yoktur. Batı, bizim için sadece bilgi farklılığı açısında değer taşıyabilir. Sistem ve metot bakımından fazla bir katkı sağlama durumu yoktur. Böyle bir riskin önlenmesi, sosyal bilimlerin toplumsal yapıyı ve kurumları güçlendirici ve yönlendirici çalışmaları ile sağlanabilir.
Prof.Dr. Sami Şener
Kaynak:Kpssrehber.com