Kaynayan çaydanlığın altını kıstıktan sonra ince ince doğradığı patatesleri kızgın yağın içine bıraktı ve masayı kurmaya başladı. Masayı kurarken her zamanki gibi eksiksiz olmasına dikkat ediyor, çiçeği bile masanın ortasında hazır ediyordu. Ona göre gün nasıl başlarsa öyle devam ederdi. Bu alışkanlığı sayesinde yıllardır eşinin günü hep güzel başlamıştı. Eşi Nergis hanımın masaya ilk oturduğunda ki gülümsemesiyle onun da günü ferah geçerdi. Masayı da bitirdikten sonra eşini artık uyandırmaya karar verdi.
Mutfak kapısına doğru bir adım attığında kalbinde bir sızı hissetti. Elini kalbinin üzerine götürüp sıvazladı. Çok ihmal ettik bu aralar. Doktora gitmek gerek. Dedi kendi kendine. Yavaşca yatak odasına yöneldi. Usulca kapıyı araladı. Günün en çok sevdiği anı melekler gibi uyuyan hayat arkadaşını seyrettiği bu andı. Yavaşca eşinin üzerine doğru eğilip alnına sıcak bir buse kondurdu.
- Hadi hayatım. Kahvaltı hazır.
- Biraz daha uyumak istiyorum ama. Olmaz aşkım. Bak sana rafadan yumurta hazırladım.
Yumurtayı duyunca gözleri birden açılmış ve en ufak bir uyku emaresi kalmamıştı. Usulca yataktan doğrulup eşinin boynuna sarıldı.
- Hiç vaz geçmeyeceksin değil mi? Usanmadan her sabah bunu yapmak zorunda değilsin.
- Bak kırılırım ama şimdi. Seni mutlu etmek için varım ben. Senin yüzün her güldüğünde ben yeniden doğuyorum.
- Tamam ama artık genç değilsin. Bu kadar yorma kendini.
- Tamam canım. Yorulduğum filan yok benim. Hadi gel bunları kahvaltı da konuşuruz. Eşinin koluna girip mutfağa kadar eşlik etti.
Her zaman ki gibi sandalyesini çekip oturmasına yardımcı oldu. Yumurtasını önüne koyup üzerini kırdı. Çayını büyük bir dikkatle doldurup içine iki tane şeker attı. Onun yerine karıştırdı.
- Bu kadar şeker kullanmamalısın hayatım. Sağlığın açısından.
- Bana bir şey olmaz. Sen kendine dikkat et yeter. Kalbini fazla zorlama.
- Merak etme sen. Bak en sevdiğin kıvamı tutturdum gene. Hadi soğutmadan ye yumurtanı.
Eşi Nergis hanım birden ağlamaklı bir sesle, onun yüzüne bakmadan konuşmaya başladı.
- Ahmet yeter artık! Bu oyunu daha ne kadar oynayacaksın. Bırak beni gideyim. Bu şekilde en çok kendine zarar veriyorsun. Beklemediği bu tepki karşısında Ahmet bey ne yapacağını şaşırdı. Gözleri doldu, burnundan gözlerine doğru bir sızı hissetti.
- Bırak ne demek Nergis? Sensiz ben ne yaparım hiç düşündün mü? Kime kahvaltı hazırlar, kiminle konuşurum? Dertlendiğimde kimin kucağında ağlarım? Sevindiğimde kimin boynuna sarılırım?
Tam 45 yıl oldu Nergis. İlk günden beri ben sadece seninle yaşıyorum. Bak etrafımıza. Senden başka kimsem kaldı mı? Şimdi sen bana beni bırak diyorsun. Hem de hiç sayılabilecek, anlamsız bir sebeple. Ne varmış yani senin durumunda?
Ahmet beyin ses tonu birden değişmiş, sesi kısılmış ve çatallı çıkmaya başlamıştı. Birden kalbinde sabah hissettiği ağrının aynısını hissetti. Bu sefer farklıydı ama. Daha derinden ve daha sert bir ağrı saplanmıştı yüreğine. Konuşması birden kesildi. Kötü şeyler olduğunu fark ediyordu. Eşi ile göz göze geldi.
Nergis hanım hareketsizce ve hiçbir şey olmamış gibi ona bakıyordu. Gözleri karardı ve vücudunu hissetmiyordu. Derin bir nefes aldı ve eşinin gözlerine bakarak derin bir nefes aldı. Zorla ağzından şu kelimeleri çıkardı “Seni seviyorum aşkım.”
Puslu gözlerle gülümseyen Nergis hanım yanağından süzülen yaşları silerken cevap verdi. Biliyorum sevgilim. Bende seni çok seviyorum. İki gün sonra öğrendi tüm mahalleli olayı. Yan komşu kapıyı defalarca çalmasına rağmen cevap alamayınca polise haber vermişti. Kapıyı kırarak içeriye giren polis mutfak masasının üzerine başını koymuş olan Ahmet beyin cesedi ile karşılaştı.
Anlam veremedikleri ise masanın diğer ucunda duran ve 10 yıl önce ölen eşinin fotoğrafının önünde ki yenilmemiş rafadan yumurtaydı.