Piramit Haber

Ertuğrul Gazi Kimdir?

Kim Kimdir?

Ertuğrul, Ertuğrul Gazi veya Ertuğrul Bey, 13. yüzyılın ortalarında Oğuzların Kayı boyunun lideri ve Osmanlı Beyliği'nin kurucusu olan Osman Bey'in babası.

Ertuğrul (Osmanlı Türkçesi: ارطغرل), Ertuğrul Gazi veya Ertuğrul Bey (d. 1188 - ö. 1281, Söğüt), 13. yüzyılın ortalarında Oğuzların Kayı boyunun lideri ve Osmanlı Beyliği'nin kurucusu olan Osman Bey'in babası.

Doğum tarihi: 1188, Ahlat, Bitlis Ölüm tarihi ve yeri: 1281, Söğüt, Bilecik Eş: Halime Hatun Çocuklar: Osman Gazi, Gündüz Alp, Saru Batu Savcı Bey Kardeşleri: Sungurtekin Bey, Gündoğdu Bey, Dündar Babası: Süleyman Şah veya Gündüz Alp, Annesi: Hayme Hatun Dini: İslam Hanedan: Kayı Boyu Sonra gelen: Osman Gazi Defin yeri: Ertuğrul Gazi Türbesi, Söğüt, Bilecik

İÇİNDEKİLER

Ertuğrul Gazi'nin Hayatı Anadolu'ya gelmesi ve Söğüt'e yerleşmesi Ertuğrul Gazi'den önce kayılar Ertuğrul Gazi'nin hükümdarlık dönemi Ertuğrul Gazi'nin rüyası Ertuğrul Gazi'nin son yılları Osman Gazi'nin aşkı Ertuğrul Gazi ve uç beyliği meselesi Ertuğrul Gazi'nin vefatı Ertuğrul Gazi'nin vasiyeti meselesi Ertuğrul Gazi türbesi nerede ve nasıl gidilir? Soyağacı Osmanlı'nın soyağacı hakkındaki görüş ve söylentiler Popüler kültürdeki yeri Kaynakça

ERTUĞRUL GAZİ'NİN HAYATI Ertuğrul Gazi Horasan'dan Söğüt'e bir ömür, Ertuğrul Gazi Sonradan mı müslüman oldu? Halefi gerçekten Osman mıydı? Osman Gazi'nin aşk acısı, hakkında yanlış bilinenler ve bilinmeyenlerle Ertuğrul Gazi'nin hayatı...

Ertuğrul Gazi, kesin olmamakla beraber 1188'de doğmuş, 1281'de Söğüt'te vefat etmiştir. Kabri, beyliğini kurduğu yer olan Söğüt'te bulunur. Babası, Kayı Beyi olan Süleyman Şah, dedesi Kaya Alp'tir. Annesi ise Yörük bir Türkmen olan Hayme Hatun'dur. Ertuğrul Gazi, Süleyman Şah'ın dört oğlundan biriydi. Dört kardeşten; Sungur, Gündoğdu, Dündar ve Ertuğrul'dan hangilerin büyük/küçük kardeş oldukları şüphelidir. Ancak Söğüt'e göç ettikleri dönemde Beylik yapmış olduğu düşünülecek olursa Ertuğrul Gazi'nin Dündar'dan büyük olduğuna kesin gözüyle bakılır.

Ertuğrul Gazi, yine bir Türkmen olan Halime Hatun ile evlenmiş, bu evliliğinden üç erkek çocuğu olmuştu; Saru Yatı (Savcı), Osman ve Gündüz (Kızlarının varlığı/sayısı bilinmiyor). Oğullarının doğum tarihleri belli olmamakla birlikte Saru Yatı'nın Osman Gazi'den yaşça büyük olduğu kesindir. Zira henüz Osman Gazi doğmadan evvel I.Alaeddin Keykubat'a elçi olarak gönderilmiştir. Gündüz'ün ise Osman Gazi'den küçük olması muhtemeldir. Zira kayıtlarda Gündüz, Osman Gazi'nin kardeşi olarak geçmektedir (Küçük/Büyük kardeş açıklaması yoktur). Ayrıca Osman Gazi'nin doğum tarihi olan 1258'de Ertuğrul Gazi 70 yaşındaydı. Karısı Halime Hatun ise çocuk sahibi olamayacak kadar yaşlıydı. Bu sebeplerden ötürü Osman Gazi ve Gündüz'ün annelerinin Halime Hatun olma ihtimalleri pek muhtemel değildir.

ANADOLU'YA GELMESİ VE SÖĞÜT'E YERLEŞMESİ Anadolu Selçuklu Devleti'nin Bizans İmparatorluğu sınırında bulunan uç emirliklerindeki Türk sayısı, 1243 yılında gerçekleşen Kösedağ Muharebesi sonrasında Anadolu'da başlayan Moğol baskısı sebebiyle artış göstermiş; buna paralel olarak Bizans topraklarına yapılan akınlar artmıştı. Bu akınlar sonucunda, Bizans topraklarında ikinci halka uc beylikleri kurulmaya başladı. 13. yüzyılın ikinci yarısında bu beyliklerin en güçlüsü konumunda olan ve Kütahya civarında hüküm süren Germiyanoğulları Beyliği, 1300'lere doğru Batı Anadolu'da fetihler yaparak üçüncü halka uc beyliklerinin kurulmasını sağladı. Sultan Öyüğü (günümüzde Eskişehir) bölgesinde, ucun en ileri hattı olan Söğüt'te yerleşen Türk boyunun başında Ertuğrul Gazi bulunmaktaydı. Ertuğrul Gazi'ye bağlı boyun bu bölgeye ne zaman ve nasıl geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, konu hakkında farklı görüşler mevcuttur.

Ruhî Tarihi'ne göre Ertuğrul Gazi veya atalarının önderliğindeki 340 kişilik Türk boyu, Selçuklular ile birlikte Türkistan'ı terkedip Anadolu'ya gelerek Engüri (günümüzde Ankara) civarındaki Karacadağ eteklerine yerleşti. 1222-1230 yılları arasında, İznik İmparatoru III. Yannis Vatatzes ile Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad arasında Sultan Öyüğü ve Engürü civarında gerçekleşen mücadelelerden haberdar olan Ertuğrul Gazi, orduya hizmet amacıyla çarpışmalara katıldı, bu kapsamda Karacahisar'a yapılan kuşatmada yer aldı. Bunu memnuniyetle karşılayan I. Alâeddin Keykubad, Ertuğrul Gazi'yi akıncı başı yaptı. 1230 yılında, Harezmşahlarla yapılan Yassı Çemen Muharebesi ve Moğollarla yapılan Kösedağ Muharebesi sebebiyle I. Alâeddin Keykubad ile III. Yannis Vatatzes arasında barış sağlandı. Kısa süre sonra I. Alâeddin Keykubad, Ertuğrul Gazi veya atalarına Söğüt'ü kışlak, Domaniç'i yaylak olarak verdi. Ertuğrul Gazi akınlarına buradan devam ederken, I. Alâeddin Keykubad'ın ayrılmasının ardından Karacahisar elden çıktı. Bunun üzerine Ertuğrul Gazi, yerli tekfurlarla uzlaşma yoluna gitti. Ruhî Tarihi'nde yer alan bu bilgileri Neşrî, Ruhî'den aktarmaktadır. Âşıkpaşazâde ise bu anlatılanları kısaltmış ve içeriğini değiştirerek, yaşananları Osman Bey dönemine nakletmiştir. Başka bir hikâyeye göre ise Sürmeli Çukur (Aras Nehri vadisi) veya Ahlat'tan Engüri civarındaki Karacadağ eteklerine yerleşen Ertuğrul Gazi ve aşireti, burada bir süre kaldı ve İznik İmparatoru III. Yannis Vatatzes'e karşı I. Alâeddin Keykubad'ın ordusunda yer aldı. Ancak Moğol saldırıları sebebiyle I. Alâeddin Keykubad'ın Konya'ya dönmesinin ardından Ertuğrul Gazi'ye Söğüt'ü kışlak, Domaniç'i yaylak olarak tayin etti.

Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluş Ve Yükselişini Gösteren Harita (1299-1699)(Haritayı büyük görmek için tıklayın)

ERTUĞRUL GAZİ'DEN ÖNCE KAYILAR Ertuğrul Gazi'nin babası Süleyman Şah önderliğindeki Kayılar, Ata yurtları olan Orta Asya'dan Moğol baskıları neticesinde batıya doğru ilerlemek zorunda kalan kitlelerden biriydi. Bu baskılar neticesinde önce Büyük Selçuklu Devleti topraklarına girmiş, göç hareketleriyle İran coğrafyasına girmiş, Horasan'ın Mahan şehrinde yerleşmişlerdi. 12. Yüzyılın ortalarında Selçuklu Devleti zayıflamış, Harzemşahlar Devleti ise yarı bağımsız statüden kurtularak bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Bu münasebetle Kayılar aslında Selçuklu tebaası değil Harzemşahlar Devletinin tebaası durumundaydılar. 

Kayıların Mezopotamya'ya ulaştıkları dönemde, dönemin şartları hasebiyle herhangi bir Devlete derin bir bağlılık göstermediğini düşünebiliriz. Zira bu dönemde coğrafyayı tahakküm altına alabilmiş yegane bir güçten söz edemeyiz. Bu minvalde gerek Selçuklu ardılı olan Türkmenler, gerek Moğol baskılarıyla batıya kayan Ortaasya'lı Türk (Gayrimüslim) göçerler, gerek Abbasilerin zayıflaması nedeniyle bölgedeki nüfuzlarını kaybeden Araplar, gerekse bölgelerindeki Arap nüfuzundan kurtulmak isteyen Farslar hasebiyle büyük bir sosyo-politik keşmekeş yaşanmaktaydı. 

Süleyman Şah, işte bu siyasi atmosfer çerçevesinde Harezmşahlar Devletine tabii ancak kendi istikbalini tayin etmeye muvaffak olabilmiş güçlü bir aile/aşiret lideriydi. Ertuğrul Gazi'nin doğduğu 1188 yılında Harzemşahlar Devleti Mezopotamya'nın yükselen devleti durumundaydı. Harzemşahlar, baş edilemez bir kuvvet olarak görünen Moğollara (Karahıtaylılar) karşı fevkalade mücadele etmiş, kazandığı zaferlerle Moğol ilerleyişini durdurabilmişlerdi. Özellikle 1194 yılında Irak Selçuklularına karşı kazandığı savaşla Irak Selçuklu Devletinin topraklarını da hakimiyeti altına alarak tarihinin zirve noktasına ulaşmıştı. 

Batı İran bölgesi, 12. Yüzyılın sonlarında Türk-Fars-Arap eksenli bir sosyopolitik yapıya sahipti. Selçuklu Devleti yıkılmış, Harzemşahlar Devleti yükselerek eski Selçuklu topraklarını hakimiyeti altına almıştı. Ancak Abbasilerin zayıflamasına rağmen bölgede varlıklarını sürdüren Arap kitleler, bir zamanlar idareleri altındaki bu coğrafyadan vazgeçmek istemiyorlardı. Türkler ise İç Asya'dan gelen göçler ve Harzemşahlar Devletinin varlığı ile en önemli güç unsuru durumundaydılar. Farslar yerli halkın temelini oluşturuyorlardı ancak bu politik atmosferde rol alabilecek kadar güçlü değillerdi. İşte Ertuğrul Gazi bu atmosferde doğmuş, o henüz çocukken Süleyman Şah, kazandığı zaferlerle Kayıların güçlenmesini temin etmişti. 

12. Yüzyılın sonları İran coğrafyası için bir Arap-Fars mücadelesine sahne oluyordu. Aynı zamanda Selçuklu ve Harzemşahlar devletinin varlığı münasebetiyle bölgeye yerleşen Türk-Moğol kitleler de önemli bir askeri güç durumundaydılar. Yerli İranlılar, Araplara karşı giriştikleri mücadelede Türkler (Müslüman olmayan Türkler) ve Türkmenler ile ittifak kurdular. Bu ittifak neticesinde Batı İran coğrafyasındaki sosyo-politik denge, zaten zayıflamış olan Abbasi nüfuzunun bertaraf edilmesine, İranlıların nüfuzlarını yeniden kazanabilmelerine olanak sağladı. 

Esasında Süleyman Şah, bu dönemde bir beyliğin maliki durumunda değildi. Küçük sayılabilecek bir aşiretin liderliğini üstlenmiş, cengaver bir bozkır savaşçısıydı. Farsların diğer konar-göçer Türk kitlelerle yaptığı ittifak neticesinde gerçekleşen mücadelelerde cengaverliği ve kahramanlıklarıyla ön plana çıktı. Bunun üzerine irili ufaklı diğer konar-göçer kitleler, Süleyman Şah'ın liderliğinde hareket etmeye karar verdiler. Aşık Paşazade'nin belirttiği üzere Türkmen, Türk ve Tatarlardan oluşan 50 Bin çadırlık bir kitle, yani en az 200 Bin nüfus Süleyman Şah'a bağlılığını bildirdiğinde, Osmanlı Devletinin kurucu unsuru olan Kayı Boyu'nun vücut bulmuş oldu. Buradan anlayacağımız üzere Kayı Boyu yalnızca Kayılardan oluşmuyordu. Hatta tebaasının tamamı topyekun İslâm da değildi. Üstelik Türkleşmiş Moğollar olan Tatar kabileler Kayıların sosyopolitik dokusu içerisinde önemli de bir yer etmiş durumdaydı. 

Selçuklu Devletinin yıkılmasına müteakip bölgede güç kazanan Harzemşahlar Devletinin tebaası olan Kayılar, İran bölgesindeki siyasi keşmekeşten uzaklaşmak, Müslümanlarla değil gayrimüslimlerle savaşarak gaza ve yağma elde etmek gayesiyle Anadolu'ya hareket etme kararı aldılar (1224). Kayıların Anadolu serüveni Ahlat'ta başladı. İlk gazalarını ise Ermenistan üzerine yaptılar. Ardından Erzurum, sonrasında ise Erzincan'a yerleştiler. Moğollara karşı bir set teşkil eden Harzemşahlar Devletinin, Anadolu'nun hakimiyetini elinde bulunduran Anadolu Selçuklu Devleti ile arasında siyasi sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Moğollar, Asya'nın kuzey hattı boyunca önlenemez ilerleyişlerine rağmen Anadolu'ya girmeye çekiniyorlardı. Zira kendileri gibi bir bozkır savaşçısı olan Harzemşahlar, kendilerini daha önce defakez mağlup etmeyi başarmışlardı. Üstelik Anadolu, Harzemşahlar gibi güçlü başka bir Türk Devletine daha ev sahipliği yapıyordu; Selçuklular. Harzemşahlar ve Selçukluların ittifakı, Moğolların Anadolu'ya girmelerine izin vermeyecekti. İki Türk Devleti arasındaki bu çekişme elbette Moğolların emellerini kolaylaştırıyordu. Nihayetinde giderek büyüyen sorunlar neticesinde Harzemşah hükümdarı Celalettin ile Selçuklu Devleti hükümdarı I.Alaeddin arasında yaşanan Yassı Çemen Savaşı sonrasında Harzemşahlar Devleti mağlup oldu (1230). Dolayısıyla bağlı oldukları devletin yıkılması üzerine Kayılar, Ata yurtları olan Ortaasya'ya dönmek gayesiyle göç etmek zorunda kaldılar (1231).

Bu tarihe kadar Ertuğrul Gazi'ye ait herhangi bir vaka kaydedilmemiştir. Muhtemel ki Ertuğrul, ağabeyleri Sungur ve Gündoğdu ile birlikte Kayı Boyunun liderliğini üstlenebilecek yaş ve tecrübeye sahipti. En küçük kardeşleri olan Dündar ise, ölüm tarihi dikkate alınacak olursa bu tarihte henüz küçük yaştaydı. Kayıların Ortaasya'ya göç etme teşebbüsleri Caber kalesi yakınlarında sekteye uğradı. Süleyman Şah, tebaanın karşılaştıkları nehri geçmekten imtina etmesi üzerine öne atılarak bizzat karşıya geçmeye çalışması neticesinde atından düşerek nehirde hayatını kaybetti. Bunun üzerine başsız kalan Kayılar ihtilafa düştüler. Bir kısım Ortaasya'ya göçe devam etme, bir kısım ise Anadolu'da kalma taraftarıydılar. Nihayetinde Ertuğrul Gazi liderliğindeki yalnızca 400 çadırdan mürekkep kitle, geldikleri güzergahtan geri dönerek Erzurum yakınlarında ki Sürmeliçukur'a döndüler. Küçük kardeş Dündar ve ailenin öktemi olan anneleri Hayme Hatun da Ertuğrul Gazi'ye katılmışlardır. Göç yoluna devam eden esas kitle daha sonra tekrar kendi içlerinde ihtilafa düştü. Bir kısım, Horasan'a dönmeyi reddederek Suriye'ye yerleştiler. Sungur ve Gündoğdu'yu takip edenler ise Horasan'a ulaştılar. Bu vaka neticesinde Kayılar üç ayrı parçaya bölündüler. Küçük bir kitle Anadolu'ya geri dönüp istikbalde Osmanlı Devletinin tebaasını oluştururken diğer kısım Suriye'de yerleşerek bugünün Suriye Türkmenlerini oluşturdular. Yaşanan ayrılıklar neticesinde Sungur ve Gündoğdu'ya bağlı kalanlar ise Horasan'a döndüler. 

ERTUĞRUL GAZİ'NİN HÜKÜMDARLIK DÖNEMİ Ertuğrul Gazi, Sürmeliçukur'a döndüğünde 36 yaşındaydı. Muhtemel ki evlenmiş, ilk oğlu Saru Yatı (Savcı) doğmuştu. Kayılar Sürmeliçukur'da bir süre mukim kaldıktan sonra Batıya göç etme gayesiyle belki keşif, belki topyekun harekete geçtiler. Bu hareketleri esnasında hasbelkader bir mücadeleye tesadüf ettiler. Bu mücadele Selçuklu Hükümdarı I.Alaeddin'in bizzat katıldığı ve Moğol Tatarlarına karşı girişilen bir savaş durumuydu. Kayıtlara bakıldığında, Ertuğrul Gazi'nin rast geldiği bu savaşta savaşan tarafların kim olduğunu bilmediği halde mağlup olan tarafın yanında yer aldığı, bu tevafuk münasebetiyle I.Alaeddin'in teveccühünü kazandığı belirtilir. Ancak şu var ki; Ertuğrul Gazi'nin tebaasının 400 çadırdan mürekkep olduğunu biliyoruz. En iyi ihtimalle 400 gaziden ibaret bir kuvvetin bu savaşın istikametini değiştirebilmesi pek olası değildir. Her ne kadar söz konusu savaşın ne denli büyük olduğuna dair herhangi bir kayda rastlamasak da bizzat I.Alaeddin'in bulunduğu bir savaşın küçük sayılabilecek nispette olmayacağını düşünebiliriz. Ayrıca böylesi bir savaşta tarafların kim olduğunu anlamak da hiç güç değildir. Her ne kadar Ertuğrul Gazi, Anadolu Selçuklu Devletinin ordusunda görev yapmış olmasa, hatta hiç karşılaşmamış oldukları düşünülse de geçmişte müşahede ettiği mücadeleler hasebiyle Moğol savaşçılarını tanıyamamış olması muhtemel değildir. Elbette bu vaka bir miktar mübalağa ihtiva ediyordur. Ancak yaşandığı aşikardır. Şunu anlıyoruz ki; Ertuğrul Gazi, mahiyetindeki kuvvetle birlikte Selçuklular ile Moğollar arasındaki bir mücadeleye tesadüf etmişler, haliyle Moğolların tarafında yer almayarak Selçuklu Devleti saflarına katılmışlardır. 

Selçuklu Hükümdarı I.Alaeddin, Ertuğrul Gazi'yi, tebaası olmamasına rağmen saflarında mücadele etmiş olması hasebiyle ödüllendirerek bu cengaverden istifade etmek gayesiyle kendisine hilat giydirip tabiiyetini kabul etti. Mükafat olarak da Ermenibeli Dağlarını yaylak, Söğüt ovasını da kışlak olarak bağışladı. Ertuğrul Gazi, nihayetinde gayesine ulaşmış, Selçuklu Devletinin tebaası olmuş, Erzurum'un çetin tabiatına nispeten daha mümbit topraklar olan İç Anadolu'da bir hudut beyliğine sahip olmuştu. Ertuğrul Gazi, Söğüt'de hatırı sayılır bir süre (Belki 10 yıl) kalmış, ancak daha sonra, nüfus ve askeri kuvvet bakımından zayıf olmaları hasebiyle daha sakin bir bölgede iskan etmek istemiştir. Bu gayeyle oğlu Saru Yatı'yı Alaeddin'e elçi olarak göndermiş ve kendilerine yeni bir ikametgah tahsis edilmesini talep etmiştir. Buradan anlıyoruz ki; Kayılar Söğüt'den ayrıldıklarında Saru Yatı büyümüş, elçi olarak vazifelendirilecek yaşa gelmiştir.

I.Alaeddin'in Ertuğrul Gazi'ye tahsis ettiği yeni arazi bugün Kütahya'nın kuzeyinde, Porsuk (Porsak) bölgesiydi. Kayılar bir süre burada sükunet içerisinde ikamet ettiler. Ancak Bilecik bölgesinde bulunan ve aslında I.Alaeddin'e tabiiyeti kabul etmiş Rum ahali, Ertuğrul Gazi'nin nüfuzundan rahatsız olup taarruz etmeye teşebbüs ettiler. Ertuğrul Gazi, bu teşebbüsler üzerine I.Alaeddin'in izniyle Bilecik'e bir sefer düzenledi. Doğrudan I.Alaeddin'in kumandanı sıfatıyla giriştiği bu seferde muvaffak olarak Bilecik'i zaptetti. İlk taarruzda mağlup olan Rumlar, bölgede ikamet eden Aktav Tatarlarıyla ittifak ederek Ertuğrul Gazi'yi durdurmaya çalıştılar. Ancak Ertuğrul Gazi, Bursa Yenişehir dolaylarında gerçekleşen ve üç gün süren çetin bir muharebeyle bu ittifakı da bertaraf etmeyi başardı. Rum ve Tatar kuvvetler, ancak kadırgalara binip Gelibolu'ya kaçarak canlarını kurtarabilmişlerdi. Ertuğrul Gazi, bu seferlerinde 444 süvariden mürekkep bir orduya sahipti. Buradan anlamaktayız ki; Kayılar halen küçük bir oba durumundaydılar. 

Sultan I.Alaeddin, Ertuğrul Gazi'nin zaferini kışlak olarak Sarayönü ve yaylak olarak Domaniç'i tahsis ederek ödüllendirdi. Kayıları artık daha sakin ve itidalli bir istikbal bekliyordu. Bilecik ahalisi gayrimüslim, başlarında ise valileri (Tekfur) idaresinde bulunuyordu. Bilecik tekfuru, Selçuklu Devletinin tahakkümünü tanıyor ve hükümdarlığını kabul ediyordu. Buna mütevellit Bilecik bölgesi Selçuklu Devletinin siyasi otoritesi altındaydı. Malazgirt zaferi sonrasında Türkler ile birlikte Anadolu'ya giren Tatarlar'dan (Türkleşmiş Moğollar) bir kısmı Bilecik'e at koşumu mesafesinde ikamet ediyor, bozkır alışkanlıkları gereği müreffeh bir şehir olan Bilecik'e yağma ve talan gayesiyle tecavüz ediyorlardı. Ertuğrul Gazi, Selçuklu toprağı statüsü taşıyan Bilecik'e karşı girişilen yağma faaliyetlerine karşı kentin güvenliğini tesis etmekle meşgul oldu. 

Kayıların Horasan'da başlayıp Ahlat, Erzincan ve Halep'de devam eden serüvenleri, nihayetinde Bilecik'e ulaştı. Ertuğrul Gazi, pek çok meşakkat ve tehlikeyle baş etmiş, nihayetinde Bilecik'te huzurlu ve müreffeh bir istikbale kavuşmuş oldu. 93 yıl yaşamış olan Ertuğrul Gazi, Domaniç'in tahsisinden sonra Bilecik'in ve Karacahisar'ın emniyeti, muhafazası ve güvenliğiyle meşgul olmuştur. 

Ertuğrul Gazi'nin Bilecik ve Karacahisar Tekfur'unun tecavüzlerine karşı emniyetini aldığı Tatarlar, muhtemel ki Çavdarlar'dır (Toharlar) . Zira Osman Gazi döneminde yine Tatarlar olarak anılan Çavdaroğulları'nın Osman Gazi'nin kurduğu pazarı yağma etmeleri vakası yaşanmıştı. Osman Gazi, Çavdaroğulları'nın tecavüzünü henüz müslümanlığı kabul etmiş olmaları münasebetiyle affetmiş, ancak Tatar olmaları hasebiyle kendilerine güvenilmemesi gerektiğinin altını çizmişti. Buradan anlıyoruz ki; Çavdarlar, Ertuğrul Gazi döneminde henüz Müslüman olmamışlardır. Bu münasebetle Çavdaroğullarını bir Türk Beyliği gibi neşreden kaynakların meseleye hakim olmadıklarını ve isminin Türkçe olması münasebetiyle peşin hükümlü yaklaştıkları anlayabiliyoruz. 

ERTUĞRUL GAZİ'NİN RÜYASI Nakledilen rivayete göre Ertuğrul Gazi, bir ulema zata misafir olur ve zat, Ertuğrul Gazi'nin önünde bulunan dolaptan bir kitabı alıp -belki de okuduktan sonra- yüksek bir yere koyar. Ertuğrul Gazi, bu kitabın ne olduğunu ve ne anlattığını merak eder. Zat, kitabın Allah'ın Peygamber vasıtasıyla tebliğ ettiği Kelâmullah olduğunu söyler. Ertuğrul Gazi, kitabı alır ve bütün gece okur ve nihayetinde uykusu gelir. Uyuduğunda rüyasında, gaybdan gelen bir ses kendisine şu şekilde nida eder; "Madem ki sen benim Kelâm-ı Kadîm'i o denli hürmetle okudun, evladın ve evladının evladı, neslen nail-i izz'ü şan olacaktır".

Söz konusu rüyayı nakleden Mehmed Neşri, çağdaşı olan tarihçilere nispeten daha gerçekçi ve sağlam deliller ile neşretmesiyle bilinen bir tarihçidir. Kitabı olan Kitab-ı Cihannüma da çağının neşriyatına nispetle bilimsel bir üslupla yazılmış olması münasebetiyle dikkat çeker. Muhakkak ki Neşri, sahihliğinden emin olduğu bir kaynağın rivayetini kaleme almıştır. Burada dikkat çeken husus, rivayetteki anlatımdan Ertuğrul Gazi'nin Kur-an'ı Kerim'i tanımamış olduğu sonucu çıkartılabiliyor. Detay vermese de bu rivayet, Ertuğrul Gazi'nin bu vakadan sonra Müslüman olduğu yorumuna yol açıyor. Ancak gerek Hammer gerekse Mehmed Neşri'nin naklettiklerinde bu görüşü destekleyecek başkaca bir bulgu bulunmamaktadır. Ayrıca Ertuğrul Gazi'nin babasının adının Süleyman olduğu gerçeğini da dikkate almak gerekir. Tüm bunların dışında, Kayıların Selçuklu ve Harzemşah Devletlerinin tebaası olduğunu, söz konusu dönemlerde İslam ile tanışmamış olmaları pek muhtemel değildir. Buradan anlaşılmaktadır ki; Ertuğrul Gazi, çocukluk yaşlarından itibaren İslam bir ailede doğmuş ve yetişmiş, ancak Kur-an'ı Kerim'i daha önce hiç okumamıştır. Ayrıca Ertuğrul Gazi'nin okuduğu kitabın Arapça değil Türkçe'ye çevrilmiş bir tercüme/meal olması daha kuvvetlidir. Bu vaka ayrıca şu hususa da tahakkuk ettirilebilir; Ertuğrul Gazi'nin ilk iki oğlu Gündür ve Saru Yatı'nın isimleri Türkçe, en küçük oğlu Osman'ın ise Arapçadır. Osman Gazi'nin doğumunda Ertuğrul Gazi'nin 70 yaşında olduğunu düşünecek olursak (1258), bu olasılık daha kuvvetli gibi görünür ki; Ertuğrul Gazi evvelce Müslümandı ancak Kur-an ile tanışması onun inanç dünyasını güçlendirmiş ve şekillendirmiştir. Belki de Ertuğrul, bu vakadan sonra Gazi unvanını kullanmayı tercih etmiştir. 

ERTUĞRUL GAZİ'NİN SON YILLARI Ertuğrul Gazi'nin oğullarından Saru Yatı (Savcı) ile Osman'ın arasında hatırı sayılır bir yaş farkı vardı. Zira Saru Yatı'nın 1237'de vefat eden I.Alaeddin Keykubat'a elçi olarak gönderildiğini biliyoruz. Buradan hareketle Saru Yatı'nın doğum tarihi en geç 1220 olmalıdır. Özellikle Osman'ın gençlik yıllarında Ertuğrul Gazi'nin ilerleyen yaşı hasebiyle devletin idaresinde oğullarını daha aktif görevlerle vazifelendirmiş olmalıdır. Kaynaklar, Osman Gazi ve diğer varisler hakkında pek fazla kayıt düşmemişlerdir, ancak neşredilen bilgiler dönemin şartlarını değerlendirebilmemiz için yeterlidir. 

OSMAN GAZİN'İN AŞKI Ertuğrul Gazi'nin son yıllarına dair en önemli kayıt Osman Gazi'nin Mal hatun ile evlenmesi sürecidir. Osman Gazi, ergenlik-gençlik yıllarında Ertuğrul Gazi'nin büyük hürmet ve saygı gösterdiği Şeyh Edebali'yi ziyaret ediyor, sohbetlerine iştirak ediyordu. Bu ziyaretleri esnasında Şeyh Edebali'nin kızı Mal hatun ile karşılaşmış, fevkalade şiddetli bir aşka tutulmuştu. Ancak Edebali, Osman'ın iyi niyetinden emin olmamış, hatta onu kızına denk görmediği için bu izdivaçlarına müsaade etmemişti. 

Osman Gazi, belki de gençliğinin verdiği hezeyan ile aşkının ıstırabını silah arkadaşları ve çevresiyle paylaşıyordu. Bunlardan biri de Eskişehir Beyiydi (İsmi nakledilmemiş). Ancak bu bey, Osman'ın hikayesinden bir şekilde etkilenerek Mal hatuna meyletti ve Edebali'den kızını istedi. Edebali, bu beyi de reddetti. Şeyh Edebali, Osman'ın değil Eskişehir Bey'inin intikam ya da cezalandırmasından korkup buradaki ikametini terk edip Ertuğrul Gazi'nin topraklarına yerleştiler. Ancak vaka burada son bulmadı. Osman ile Eskişehir Beyinin arasında husumet giderek tırmandı. 

Osman, gençlik yıllarından itibaren uzak mesafelere ava gidiyor, komşu vilayetlerin tekfurlarıyla ilişki kuruyor, belki de ihtiyarlayan babasının varisi olarak ön plana çıkmaya gayret ediyordu. Bu ziyaretlerinden birinde ağabeyi Gündüz ile birlikte İnönü Tekfurunu ziyarete gitmişti. Eskişehir Beyi, müttefiki Harmankaya Tekfuru Köse Mihal ile birlikte harekete geçip İnönü Tekfurunun kalesine gelerek Gündüz ve Osman'ın kendisine verilmesini istedi. İnönü Tekfuru, bu mütecaviz tavır karşısında misafirlerini teslim etmeyi reddetti. Gündüz ve Osman ise Tekfurun himayesinde kalmak yerine kendisini almak üzere kalenin kapısına dayanmış olan kuvvetler üzerine taarruz etti. Eskişehir Beyi, bu taarruz karşısında geri çekilmek zorunda kaldı, ancak müttefiki Köse Mihal esir edildi. Bu vaka Köse Mihal ile Osman Gazi'nin ilk karşılaşmasıydı. Mevzubahis bir husumet olsa da bu tanışma sonrasında Mihal ve Osman Gazi, uzun yıllar sürecek bir dostluğun temellerini atmış oldular. 

Osman Gazi, ümitsiz aşkının ıstırabını tahammül ile yaşıyordu. Bu hislerle tekrar Şeyh Edebali'ye misafir oldu. Gün boyu devam eden misafirliği sonrasında geceyi yine Edebali'nin hanesinde geçirdi. Rivayete göre yatarken sevdası Mal hatunu tahayyül ederek uykuya daldı ve şu rüyayı gördü;

Şeyh Edebali ile aynı odada yatmaktaydılar. Edebali'nin göğsünden bir hilal yükseldi. Hilal büyüyerek yüceldi ve Osman'ın göğsüne geçti. Hilalin etrafında bir ağaç yükseldi. Bu ağaç yücelerek dallarının gölgesi üç kıtanın ufuklarını kuşattı. Ağacın kökünden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna nehirleri akıyordu. Bu muazzam manzara bir halka gibi genişlemişti ve Osman halkayı parmağına takmak üzereyken uyandı. 

Osman Gazi'nin bu rüyası, Şeyh Edebali'nin rızası için yeterli olacaktır. 

ERTUĞRUL GAZİ VE UÇ BEYLİĞİ MESELESİ Kimi tarihi kaynaklar, Ertuğrul Gazi'ye uçbeyliği yakıştırması yapmaktadırlar. Ancak bu yakıştırmanın tarihi bir karşılığı yoktur. Zira Ertuğrul Gazi, kendisine tabi yalnızca 400 çadırlık mütevazi bir güce sahipti. Bu minvalde sahip olabileceği ordunun mevcudu ancak 500 kadar olabilirdi. Ayrıca Ertuğrul Gazi'ye iskan ve kışlak veren I. Alaeddin Keykubat, bu vakadan birkaç yıl sonra hayata gözlerini yummuştur. Halefi 2. Gıyaseddin döneminde ise Selçuklular zayıflamış, Kösedağ Savaşı sonrasında da Moğollara mağlup olarak Anadolu üzerindeki hakimiyetini kaybetmiştir (1243). Bu tarihten sonra Anadolu, Moğollar ile birlikte gelen Tatar kitleler ile Türkmenlerin mücadelelerine, Türk ve Türkmen kitlelerin ise başıboş ve bağımsız hareket ederek kendi istikballerini çizmeye çalışmalarına yol açmıştır. Böylesi bir keşmekeş içerisinde uçbeyliği gibi bir makam işlemeyeceği gibi, işleyecek olsa bile Ertuğrul Gazi'nin sahip olduğu askeri kuvvet fazlasıyla yetersizdir.

Kayıların Söğüt'e ve Sultanönü'ne göçlerinden itibaren Ertuğrul Gazi'nin vefatına kadar geçen süre, muhtemel ki Kayıların siyaseten en az risk ile hayatlarını idame ettirme gayretlerine sahne olmuştur. Bu çerçevede gerek Bizans'ın uç valileri Tekfurlar, gerekse diğer Türk beylikleri ile sulh içerisinde hareket etmiş olmalıdırlar. 

ERTUĞRUL GAZİ'NİN VEFATI Ertuğrul Gazi, 1281 yılında, 93 yaşında vefat etmiştir. Bu tarihte Anadolu, Moğol isyanının en yoğun olduğu dönemi yaşamaktaydı. Kayılar, coğrafyaları itibariyle Moğol taarruzlarından çok etkilenmedi belki ancak başıboş Tatar ve Moğol kitlelerin varlığı Bizans sınırlarına kadar hissedilir olmuştu.

Ertuğrul Gazi, vefat ettiğinde büyük oğlu Saru Yatı en az 60'lı yaşlarında, tecrübeli ve beylik vasıflarına sahip veliaht olarak yönetime geçti. Bu tarihte Osman Gazi, henüz 22 yaşındaydı. Gündüz'ün ise yaşı daha küçüktü. Sanılanın aksine Ertuğrul Gazi'den sonra devletin idaresi Osman Gazi'ye geçmemiş, Saru Yatı'nın Domaniç Savaşında vefat etmesi üzerine (1287) Osman Gazi Beyliğinin idaresini üstlenmiştir.

ERTUĞRUL GAZİ'NİN VASİYETİ MESELESİ Kimi mecralarda, hatta kamusal alanlarda, Ertuğrul Gazi'nin ve Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'ye vasiyeti/nasihati olarak mevzubahis edilen bir takım metinler söz konusudur. Peşinen ifade etmek gerekir ki; söz konusu metinlerin tarihsel bir karşılığı yoktur. Hiçbir tarih kaynağında şu veya bu şekilde vasiyet yahut nasihat olarak geçen bir metin bulunmadığı gibi, söz konusu metnin günümüz edebiyatı ve terminolojisiyle oluşturulduğu aşikardır. Söz konusu metinler tümüyle yakıştırma ve tahayyül eseridirler. 1982 yılında, gazeteci yazar Tarık Buğra'nın yayınladığı Osmancık adlı romanda geçen söz konusu metinler, bir edebiyatçının hayal gücünün eseridir. Öyle ki; yazarın tarihçi bir kimliği bulunmadığı gibi böyle bir iddiası da yoktur.

ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ NEREDE VE NASIL GİDİLİR? Ölümünün ardından Osman Bey, öncelikle babasının türbesini Bilecik’in Söğüt ilçesinde açık bir mezar olarak yaptırmıştır, sonraları I. Mehmet Çelebi tarafından türbe haline getirilmiştir.

Sultan III. Mustafa döneminde 1757 yılında, yeniden yapılırcasına onarılmış ve ilk yapılışta ki hali tamamen değiştirilmiştir. 1886 yılında II. Abdülhamit tarafından yeniden onarılmış birde yan tarafına çeşme eklenmiştir. Ertuğrul Gazi Türbesi altıgen planlı, üzeri kubbe örtülü olmakla beraber, dikdörtgen bir giriş sonrası içeriye ulaşılmaktadır.

Girişin yanlarında ikişer pencere bulunmaktadır. Türbenin duvarları bir sıra taş ve iki sıra tuğla şeklinde örülmüştür. Sandukanın yer aldığı, türbenin içindeki batı ve güneydoğu duvarlarına dikdörtgen pencereler açılmıştır.Ayrıca, onarımlar esnasında türbenin giriş kapısı yanında bir kitabe yer almaktadır. Daha sonra,türbenin ikinci kez onarımını yaptıran II. Abdülhamit babası, Abdülmecit adına ikinci bir kitabe yaptırmıştır.

Son olarak 2007 yılında basit bir onarımdan geçen türbe, 2015 senesinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce kapsamlı bir restorasyon yapıldı.

Ertuğrul Gazi Türbesi'nde 'Saygı Nöbeti' Bilecik'in Söğüt ilçesinde Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Bey'in babası Ertuğrul Gazi'nin türbesinde askerler tarafından ''saygı nöbeti'' tutulmaya başlandı.


Nöbet ve seremonide Valilikçe temin edilen alp kıyafetleri, aksesuarlar ve tarihi misyona uygun malzemeler kullanıldı. Söğüt’te, "Türk kültürünün yaşatılması ve yeni nesillere aktarılması, ecdada saygı, samimiyet, örf, adet ve geleneklerin yaşatılması
" anlayışı kapsamında hazırlanan proje, vatandaşlar tarafından yoğun ilgi gördü.

Bilecik Valiliği, Jandarma Genel Komutanlığı ve Bilecik 2. Jandarma Er Eğitim Tugay Komutanlığı iş birliğiyle hazırlanan projede, Söğüt Jandarma Ulaştırma Eğitim Merkezi Komutanlığındaki 9’u uzman çavuş, 4’ü erbaş ve er olmak üzere 13 asker nöbet ve nöbet değişim töreninde görev yaptı. Askerler, Ertuğrul Gazi Türbesi'nde 'saygı nöbeti'ni yılın 365 günü tutacak.

Ertuğrul Gazi Türbesi Nerede ve Nasıl gidilir ? Ertuğrul Gazi Türbesi, Bilecik’in Söğüt ilçesinde bulunmakta, Söğüt merkeze geldiğinizde yaklaşık 500 metre kadar sola doğru gittiğinizde Ertuğrul Gazi Türbesine varmış olacaksınız.

Ertuğrul Gazi Türbesi Ziyaret saati ? Ziyaret saati yok, istediğiniz vakit gidip görebilirsiniz.

SOYAĞACI Kaynaklarda, Ertuğrul Gazi'nin soyu hakkında yer alan bilgiler farklılık göstermektedir.

OSMANLI'NIN SOYAĞACI HAKKINDAKİ GÖRÜŞ VE SÖYLENTİLER

Osmanlıların şeceresi (soy ağacı) ile ilgili kısaca bilgi, Osmanlı’ların Türk olmadıkları söylentileri, Ertuğrul Gâzî'nin babasının Süleyman Şah mı, yoksa Gündüz Alp mi? olduğuna dair görüş ayrılıkları konusunda neler biliyoruz?

Her iki konu da bazı batılı tarihçiler tarafından tartışılmış ise de, son yapılan ilmî araştırmalar ve de ortaya çıkan bazı Osmanlı sikkeleri, problemi hemen hemen çözmüş bulunmaktadır. Şöyle ki: Birinci konuda, başta Gibbons olmak üzere bazı batılı yazarlar, Osmanlı Devleti’ni kuran Osmanlı Hânedânının aslen Türk olmadıklarını, belki Moğol neslinden olabileceklerini ileri sürmüşler ve hatta bazı tarihçiler, Müslümanlıklarının dahi Anadolu’ya geldikten sonra gerçekleştiğini söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir. Ancak bu manada söylenenler, sadece menkıbe kabilinden bazı olayların, çok zorlamalarla yorumundan ibaret olduğunu, yerli ve yabancı bilim adamları ortaya koymuşlardır.

Şurası açıktır ki, Oğuz boyunun Gün, Ay ve Yıldız Hanlarından meydana gelen kollarına Bozoklar denmektedir; Gün Han’ın Kayı, Bayat, Elkaevli ve Karaevli ismiyle dört boyu bulunmaktadır. Sağlam ve kudret sahibi demek olan Kayı Boyunun sembolü (ongun) şahindir ve Osmanlılar da Kayı Boyundandırlar. Osmanlı Devleti’ni kuran ve ona adını veren Osman Bey’in ve babası Ertuğrul Gâzî’nin, ne kadar küçük olursa olsun, Kayılara mensup bir aşiretin başında bulunduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun dışında, Kayıların Hz. Adem'e kadar giden şecereleri ile ilgili izahlar, sadece menkıbevî kıymete haizdirler. Tarihen sabit olmadığı gibi, bütün şecerelerin de birbirini tutmadığı açıkça görülür. Hatta bazı kaynaklarda, Osmanlıların soyu, Hz. Peygamber’e bile isnâd olunmaktadır. Bunların ilmî değerleri yoktur.

Eskiden beri Oğuzların bir şubesi olan Kayılar, diğer Oğuz boylarının göç hareketlerine benzer şekilde, Selçuklular zamanında doğudan batıya ve nihayet Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardır. Bu dediklerimizi, Yazıcıoğlu’nun Selçuknâmesi, İdris-i Bitlisî’nin Heşt Behişt’i ve Şükrullah’ın Behcet’üt-Tevârîh’i gibi ilk dönem kaynakları da ifade etmektedir.
Dolayısıyla Osmanlılar Türk’türler; ancak büyük devlet olmalarını, sadece kendi kavimlerinden verâsetle aldıkları kuvvet ve kudrete değil, aynı zamanda İslâm’dan aldıkları ve Osmanlı adı altında aynı pota altında eritmeye muvaffak oldukları din ve dünya görüşüne borçludurlar. Bu sebeple, Fuad Köprülü’nün Gibbons’a ait görüşün tenkidine yüzde yüz katılırken, aynı yazarın Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda söz ettiği İslâm Milleti veya tarihî ifadesiyle Osmanlı Milleti izahını yabana atmak da mümkün değildir. Sözün özünü Ahmed Cevdet Paşa söylemiştir:

“Devlet-i Aliyye, başlangıçta, her ne kadar bir küçük hükümet şeklinde idi; lakin Türklüğe mahsus olan üstün sıfatlar ile İslâmî şecâ’at ve dindarlığı kendisinde toplamış bir kabile olduğundan, kendisinde İslâm milletinin birliğine vesile olmak gibi bir kabiliyet vardı. Bu Devlet-i Aliyye, diğer devletler gibi, imtiyazlı bir toplum içinden ortaya çıkıp da hazır millet ve memleket bulmuş bir devlet değildi; belki yeni topraklar feth ederek, kendine yer edinmiş ve teşkil ettiği Osmanlı Milleti dahi, dilleri farklı, tavır ve ahlakları ayrı ayrı çeşitli milletlerin en güzel edeb ve tavırlarından seçilmiş üstün ve güzel bir topluluktur. Bunların dedeleri de, çok eski zamanlardan beri Türkistan’da dahi han ve sultan olarak el-hakk asîl ve soylu bir Türk hânedânıdır”.

İkinci konuya yani Ertuğrul Gâzî’nin babası meselesine gelince, Osman Bey’in babasının Ertuğrul Gâzî olduğu, ortaya çıkan Osman Bey’e ait bir sikkeyle ve kaynakların ittifakı ile kesinlik kazanmıştır. Ancak Ertuğrul Gâzî’nin babası konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Meşhur olan birinci rivâyet, ilk dönem tarih kaynaklarının çoğunun ve hatta elimizdeki şecerelerin ifadesine göre Süleyman Şah’dır. Ahmed Cevdet Paşa ve benzeri bir çok son dönem tarihçileri de bunu ifade etmişlerdir. Ancak doğru olan, Ertuğrul’un babasının Gündüz Alp olduğu şeklindeki ikinci görüştür. Zira Enverî’nin Düstûr-nâme’si ve Tevki’î Mehmed Paşa’nın Tarihi gibi önemli Osmanlı kaynakları bunu ifade ettiği gibi, ilim adamları tarafından son zamanlarda bulunan “Osman bin Ertuğrul bin Gündüz Alp“ şeklindeki bir sikke de açıkça bu görüşü teyit etmektedir. Bilindiği gibi Süleyman Şah, Anadolu Fâtihi ve Türkiye Selçuklu Devletinin kurucusu ve ilk sultânı olması hasebiyle, onun isminden kalan bir hatıra olarak zikredilmesi kuvvetle muhtemeldir. Ertuğrul Gâzî’nin annesinin ise, şu anda Domaniç’de medfûn bulunan Hayme Ana olduğu ifade edilmektedir. II. Abdülhamid’in emriyle türbe yapılmıştır.

Klasik nakillere göre, daha evvel İran’da Mahan denilen yerde Süleyman Şah idaresinde yaşayan Kayılar, Moğol istilasının etkisiyle Anadolu’ya ve Ahlat’a gelmişler; oradan da Mardin’e 250 km kadar güney-batıda yer alan Caber Kalesi yakınında Fırat nehrini geçmeye çalışırken, Süleyman Şah’ın boğulması üzerine kollara ayrılarak Anadolu’ya yayılmışlardır. Caber Kalesi yanındaki bu menkıbevî mezar, hâlâ Türk Mezarı diye bilinmektedir ve toprağı Türkiye Cumhuriyetine aittir. Gündüz Alp’in kabrinin Ankara yakınlarında olduğu ve gerçekten Süleyman Şah’ın oğlu Selçuklu Sultânı I. Kılıçarslan’ın da tarihî Türk Mezarına yakın bir yerde Dicle’nin Habur koluna düşerek vefat ettiği nakilleri nazara alındığında, bu önemli hatıraların tesiriyle Süleyman Şah adının Selçukoğullarından Osmanoğullarına geçişin bir sembolü olduğu düşünülebilir.

POPÜLER KÜLTÜRDEKİ YERİ 19. yüzyılda, Sultan Abdülaziz dönemi Osmanlı Donanması için inşa edilen bir fırkateyne anısına ismi verilmiştir. Yanı sıra, 1998'de, Türkmenistan Aşkabat'ta adına Ertuğrul Gazi Camii inşa edilmiştir. Ek olarak, Ertuğrul Gazi, 2014'ten beri TRT 1 televizyon kanalında yayınlanan Diriliş: Ertuğrul dizisinde Engin Altan Düzyatan tarafından canlandırılmaktadır.

KAYNAKÇA

İbn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, I. Defter, sh. 201-204; Lütfi Paşa, Tevârîh-i Âl-i Osman, sh. 17-27; Âlî, Künhü’l-Ahbâr, Ahmed Uğur neşri, sh. 29-41, Köprülü, Fuad, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara 1994, sh. 3-5, 68-73; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 93-103; Gibbons, H. A., The Foundation of the Ottoman Empire, chapter I; Tevkı’î Mehmed Paşa Tarihi, TOEM, nr. 79, sh. 87 vd.; Kantemir, c. I, sh. 57-58; Köprülü, M. Fuad, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Etnik Menşei Mes’elesi”, Belleten, c. VII, sayı 28(1943), sh. 219-313; Köprülü, M. Fuad, “Kayı Kabilesi Hakkında Yeni Notlar”, Belleten, c. VIII, sayı 31(1944), sh. 421-452., İnalcık, Halil (Ağustos 2007). "Osmanlı Beyliği'nin Kurucusu Osman Beg". Belleten (Ankara) (261. sayı)., İnalcık, Halil, 2007; sf. 479, sf. 486, sf. 487, sf. 488, sf. 489, sf. 490, İnalcık, Halil, 2010., Aşık Paşazade (Osmanoğullarının Tarihi), Hammer (Büyük Osmanlı Tarihi), Mehmed Neşri (Kitab-ı Cihannüma)

Yorumlar (4)

Nüsret Birinci 7 Yıl Önce

Ertuğrul Gazi hakkında bu kadar bilgiyi bereden buldunuz mübarekler. Harikasınız ya! Emeği geçenlerden Allah razı olsun. Çok işime yaradı.

Büşra 7 Yıl Önce

Ertuğrul gazi'nin tek eşi var sanıyordum. Başka yerde Ertuğrul gazinin hayatını okurken hiç bu yönten bakmamıştım. fakat verdiğiniz kaynaklarda gerçekten de tek eşli olmadığını kanıtlıyor.

herdem 7 Yıl Önce

Ertuğrul Gazi türbesinin ziyaret saatleri olabilir demişlerdi bana ama burada istediğiniz saatler gidebilirsiniz yazmışsınız. Kastınız hafta sonları, gece veya gündüz istediğimiz saate mi?

Ahmet 4 Yıl Önce

Ertuğrul gazinin hayatını çok güzel özetlemişsiniz, emeğinize sağlık

Sıradaki Haber
Mobil Sayfaya Dön
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.