Zaman gazetesi yazarı tarihçi Mehmed Niyazi, “Teşkilat Refik, rahmete erdi” başlıklı yazısında Adnan Menderes’in bilinmedik bir sırrına değindi. Yazıda şöyle denildi:
“Marmara Kıraathanesi’ne ilk gençlik yıllarımızda gitmeye başladık. Orada Ziya Nur Aksun, Erol Güngör, Nuri Karahöyüklü, Saip Atademir, Mükremin Halil Yinanç gibi değerli büyüklerimizle birlikte Refik Demir ağabeyimizi de tanıdık. 27 Mayıs darbesinden sonra herkesin yüzü asıktı; milletin sevgilisi olan Adnan Menderes bir darbeye kurban gitmişti. Milletin geleceği, Demokrat Partililerin durumu kamuoyunda ciddi bir endişe kaynağı idi.
Refik Demir daha çok Ziya Nur Aksun, Erol Güngör ağabeylerin masasına otururdu. Refik ağabey Yalova’nın Güney köyünden idi; o köyden de Milli Birlik Komitesi’nden üyeler, subaylar vardı. Onlardan haber getireceği için Refik ağabeyin masasına otururduk.
Bazı münasebetsiz adamlar Refik ağabeyin masasına oturunca Refik ağabey, karşısındakini ona gösterip; “Bu teşkilattandır” diyerek adamı uyarır; o da biraz oturduktan sonra kaçar giderdi. Böylece daha rahat bir konuşma ortamı doğardı. Adam kaçırmaları bu şekilde devam ettikçe Refik ağabeyin ismi de 'Teşkilat Refik' olarak kaldı.
Aslen Dağıstan kökenli bir aileye mensuptu. 1925 yılında Yalova’nın Güney köyünde dünyaya geldi. Aslında o köyün asıl adı Reşadiye idi; herhalde Sultan Reşat’ı çağrıştırdığı için Cumhuriyet döneminde adını değiştirip Güney köyü yapmışlar. Emekli General Mehdi Sungur ağabeyimiz, kardeşi Abidin Sungur Bey gibi pek çok muhterem insan o köyden çıkmıştır. Refik ağabey, Devlet Hava Meydanları Meteoroloji Müdürlüğü’nden emekli oldu. Eski Türkçeyi ve Fransızcayı çok iyi bilirdi; dünyası kitaplardı. Onu arayan, Sahaflar’da, Cağaloğlu’ndaki kitapçılarda bulurdu. Emekli olmakla hayattan elini eteğini çekmemişti.
BERİN HANIM PARMAĞINDAKİ YÜZÜĞÜ SATMIŞ
Rahmetli Muzaffer Ozak Hocamız da Marmara Kahvesi’nin müdavimlerindendi. II. Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu’yla yakın tanışıklığı vardı. Bir akşam hoca, Ayşe Osmanoğlu Hanımefendi’nin bir hatırasını nakletmişti: “Türkiye’ye dönen Osmanoğlu’nun kızlarına bir mühendis sahip çıkarak kendilerine bir dairesini tahsis etmiş ve her ay da düzenli olarak maddî yardımda bulunuyormuş.
Bir Sabah erken saatlerde kapıları çalınmış, Ayşe Hanım kapıyı açınca şık giyimli bir adamla karşılaşmış. Adam; “İnşallah rahatsız etmemişimdir, size ve annenize hoş geldiniz demek için ziyaret ettim.” demiş. Ayşe Hanım içeriye buyur etmiş, karşılıklı hal hatır ederlerken kapıcı günün gazetelerini getirmiş.
Gazeteyi alan Ayşe Hanım “Menderes İstanbul’da” manşetini görünce karşısındakinin Adnan Menderes olduğuna iyice kanaat getirmiş ve “Beyefendi, niçin geleceğinizi önceden haber vermediniz, sizi elimizdeki bütün imkanlarla ağırlamak isterdik.” demiş. Menderes de “Valide Hanım, bizler politikacıyız; sevenimiz kadar sevmeyenimiz de var. Haberli gelseydik buraya gazeteciler doluşur, muhtemeldir ki nahoş hadiseler cereyan edebilirdi.” cevabını vermiş.
Epeyce sohbet ettikten sonra kalkarken Menderes bir ihtiyaçları olup olmadığını sormuş, Ayşe Hanım da kendilerine bir mühendisin sahip çıktığını, ihtiyaçlarının bulunmadığını söyleyerek teşekkür etmiş. 27 Mayıs darbesinden hemen sonra Menderes’in mallarına el konulunca, mühendis, Berin Hanım’a gelip ya kirayı ödemelerini ya da evi boşalttıracağını söylemiş.
Evin kirasını ve maddî desteği sağlayan aslında Menderes imiş. Berin Hanım parmağındaki yüzüğü çıkarıp oğlu Mutlu’ya vermiş ve kuyumcuya gidip bozdurmasını istemiş.
Böylece Ayşe Osmanoğlu’nun geçimi Berin Hanım’ın üzerinde kalmış. Rivayet edilir ki Menderes’in geçirdiği uçak kazasından sonra Berin Hanım kendisine uçak düşerken aklından neler geçtiğini sormuş, Menderes de cevaben Berin Hanım’ın Ayşe Osmanoğlu’nun kirasını ödeyip ona yardımcı olmaya devam edip etmeyeceğini düşündüğünü söylemiş.
Bu dramatik sohbetin ardından Teşkilat Refik’in gözleri doldu; “Yassıada mahkemesinde şu husus açıklandı; on yıl boyunca Başbakanlık yapan Menderes bir tek kez dahi maaşını almamış, maaş için gelen çeki imzalayarak Hazine’nin tahsil etmesi için geri göndermiştir.” dedi ve gözyaşlarını silerek masadan kalktı. Onun bu hali masada bulunan herkesi derin bir hüzne boğmuştu.
Bir Sabah erken saatlerde kapıları çalınmış, Ayşe Hanım kapıyı açınca şık giyimli bir adamla karşılaşmış. Adam; “İnşallah rahatsız etmemişimdir, size ve annenize hoş geldiniz demek için ziyaret ettim.” demiş. Ayşe Hanım içeriye buyur etmiş, karşılıklı hal hatır ederlerken kapıcı günün gazetelerini getirmiş.
Gazeteyi alan Ayşe Hanım “Menderes İstanbul’da” manşetini görünce karşısındakinin Adnan Menderes olduğuna iyice kanaat getirmiş ve “Beyefendi, niçin geleceğinizi önceden haber vermediniz, sizi elimizdeki bütün imkanlarla ağırlamak isterdik.” demiş. Menderes de “Valide Hanım, bizler politikacıyız; sevenimiz kadar sevmeyenimiz de var. Haberli gelseydik buraya gazeteciler doluşur, muhtemeldir ki nahoş hadiseler cereyan edebilirdi.” cevabını vermiş.
Epeyce sohbet ettikten sonra kalkarken Menderes bir ihtiyaçları olup olmadığını sormuş, Ayşe Hanım da kendilerine bir mühendisin sahip çıktığını, ihtiyaçlarının bulunmadığını söyleyerek teşekkür etmiş. 27 Mayıs darbesinden hemen sonra Menderes’in mallarına el konulunca, mühendis, Berin Hanım’a gelip ya kirayı ödemelerini ya da evi boşalttıracağını söylemiş.
Evin kirasını ve maddî desteği sağlayan aslında Menderes imiş. Berin Hanım parmağındaki yüzüğü çıkarıp oğlu Mutlu’ya vermiş ve kuyumcuya gidip bozdurmasını istemiş.
Böylece Ayşe Osmanoğlu’nun geçimi Berin Hanım’ın üzerinde kalmış. Rivayet edilir ki Menderes’in geçirdiği uçak kazasından sonra Berin Hanım kendisine uçak düşerken aklından neler geçtiğini sormuş, Menderes de cevaben Berin Hanım’ın Ayşe Osmanoğlu’nun kirasını ödeyip ona yardımcı olmaya devam edip etmeyeceğini düşündüğünü söylemiş.
Bu dramatik sohbetin ardından Teşkilat Refik’in gözleri doldu; “Yassıada mahkemesinde şu husus açıklandı; on yıl boyunca Başbakanlık yapan Menderes bir tek kez dahi maaşını almamış, maaş için gelen çeki imzalayarak Hazine’nin tahsil etmesi için geri göndermiştir.” dedi ve gözyaşlarını silerek masadan kalktı. Onun bu hali masada bulunan herkesi derin bir hüzne boğmuştu.
Esprisi son derece boldu; adalete aykırı bir iş gördü mü, “Avukat değil hakim tutmak lazım.” derdi. Her şeyini bu millet, ümmet için paylaşırdı. Gazetede Türkiye’nin 2000 yılında nüfusunun 60 milyon olacağına dair bir haber görmüştü. O günlerde nüfusumuz 30 milyon civarındaydı. O andaki heyecanı görülmeye değerdi. Teşkilat Refik kendine dair hiçbir şeyi dert edinmediği gibi heyecanı da tasası da milletine dairdi. Yattığın yer nur, mekânın cennet olsun benim güzel ağabeyim.”