Bir kardeşimiz Filistinlilerin toprak sattıklarına dair iddialara gerekçe olarak kabul edilen ve tarihî kaynaklardan çıkarılan bazı bilgiler çerçevesinde yazılmış makaleyi göndererek bu bilgilerin doğruluk derecesini sormuş. Aslında bu makalede dayanılan bilgiler, Filistinlilerin toprak sattıkları iddialarının genelleştirilmesi anlayışının tutarsızlığını ortaya koymaktadır. Makalenin orijinal şekli aşağıdadır. Arzu edenler okuyabilirler. Fakat makaleyi okuyanlara bizim cevabımızı ve daha önce konuyla ilgili bir soruya verdiğimiz cevabı da mutlaka okumalarını tavsiye ediyoruz.
Tarih ve Düşünce dergisinde yayınlanmış olan ilgili makalenin dipnotlarıyla birlikte tam metni:
Filistin'i Kim Sattı?
Yahudilerin, Filistin'e yönelik yerleşme, yurt ve bağımsız ülke kurma operasyonları, Temmuz 1882'lerde resmen başlamıştır. Önceleri Batılı Yahudi zenginlerin Filistin'den para ile Yahudiler için Osmanlı'dan toprak satın alma girişimleri ile başlayan bu operasyonlar, Siyonizmin lideri Theodor Herzl'in 1896-1902 yılları arası tam beş defa İstanbul'u ziyaret ederek amacına ulaşmak için yaptığı girişimlerle yeni bir boyut kazanmıştır.(1) II. Abdülhamid, Theodor Herzl'in her teklifini -vaat ettiği para ve medya desteğine rağmen- kesin bir dille reddetmiş, padişah, arkadaşı Newslinski aracılığı ile Theodor Herzl'e şu ültimatomu göndermişti:
"Eğer Bay Herzl, senin arkadaşın ise ona söyle, bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim, bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan, tekrar kanlarımızla örteriz. Benim, Suriye ve Filistin alaylarının askerleri birer birer Plevne'de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi bile geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanında kalmışlardır. Devlet-i Aliyye bana ait değil, Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını veremem. Bırakalım Musevîler milyonlarını saklasınlar, benim imparatorluğum parçalandığı zaman, Filistin'i karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz parçalanarak, bu ülke taksim edilebilir. Ben, canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına asla müsaade edemem.(2)
"Filistin'i satmayız"
Fakat buna rağmen bugün olduğu gibi dün de Yahudiler Avrupa'da "Ermeni Meselesi"nde Türkiye'yi destekleyecek, Osmanlı'nın Avrupa'daki borçlarını ödeme girişiminde bulunacak, hatta 30 milyon sterlini bulan tüm Osmanlı borçlarını Filistin'e karşılık tasfiye etme ve ödeme girişiminde bulunacaklardı. Hiç olmazsa Hayfa dahil Akkâ sancağı kendilerine verilmeliydi. Fakat Osmanlı yetkilileri, buna karşılık, Yahudi girişimcilere ekonomik bazı imtiyazlar verebileceklerini, ama asla Filistin'i vermeyeceklerini söylüyorlardı. Washington'daki Osmanlı Büyükelçisi Ali Ferruh Bey, 24 Nisan 1899'da bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte "Ceplerimize milyonlarca altın doldursalar, hükümetimiz Arap memleketlerinin hiçbir bölümünü satmak niyetinde değildir" diyordu. Ali Ferruh Bey aynı beyanatında, Filistin meselesinin ekonomik değil, siyasî bir mesele olduğunu, bu nedenle de Maliye Nezareti'ni ilgilendirmediğini söylemişti.(3)
Siyonistlere tedbir
II. Abdülhamid, sadece Siyonistlerin teklifini reddetmekle kalmamış, onlara karşı Filistin'e yerleşmemeleri için etkin önlemler de almıştı. Bu nedenle de büyük güçler nezdinde diplomatik girişimlerde bulunulmuş, Musevîlerin Siyonistleşmesini engellemeye çalışmış. Duhûliye Nizamları hazırlatmış, Siyonistlerin yabancı himaye elde etmelerini önlemek için çaba harcamış ve Filistin'den Yahudîlerin arazi satın almalarını yasaklamıştı. (...) 1867 tarihli Osmanlı Arazi Kanunnamesi, Mûsevîlerin Kutsal Topraklar'da arazi almalarını engellemiyordu. 5 Mart 1883'de çıkarılan yeni kanun yabancı Siyonistlerin Osmanlı ülkesinde taşınmaz mal satın almalarını yasakladığı halde, Osmanlı vatandaşı olan Yahudilere herhangi bir yasak getirmiyor, bu nedenle de yerli Yahudilere Siyonist örgütlerce para verilerek, bölgede önemli bir toprak parçasının Siyonistlerce satın alınması sağlanıyordu.
Filistin'i satanlar
15 Ağustos 1893'de üç Filistinli yöneticinin gönderdiği bir rapor, Filistin'de yaşananları, ihanet ve gafletleri bir bir ortaya koyuyordu. Raporu, Akkâ'nın eski Umumî Müdürü Nabluslu Muhammed Tevfik, Bihke'nin eski Reji Müdürü Muhammed Said ve Bihke'ye bağlı Bihar Nahiye Müdürü Beyrutlu Suphi Efendiler hazırlamışlardı. Bu iki sayfalık önemli raporu sadeleştirerek ve kısaltarak Filistin'i kimlerin sattığını merak edenlerin dikkatlerine sunmak istiyoruz.(4)
"Romanya ve Rusya göçmeni Yahudilerin Osmanlı ülkesinde, özellikle Filistin'de iskânları, Filistin'e girmeleri ve burada arazi satın almalarının padişahın yüce emri ile yasaklandığı herkesçe bilindiği halde, bazıları özel çıkar ve menfaatleri, bazıları da bozguncu, zararlı fikir ve düşüncelerinin etkisiyle bu emre uymamışlardır. 1890 senesinde Yafa ve Hayfa kasabalarında Baron Hirsch'in adamları Mösyö Henger ve Mayer Zelyan aracılığı ile Yahudiler için toprak satın alınmış, Rus tebaası 140 aile Hayfa havalisine yerleştirilmişti. Bu işte onlara Akkâ Mutasarrıfı Sadık Paşa, eski Hayfa Kaymakamı Mustafa Efendi Kanevetti, yeni Hayfa Kaymakamı Ahmed Şükrü, Akkâ Müftüsü Ali, Hayfa Belediye Reisi Mustafa ve Hayfa İdare Meclisi Azâsından Necip Efendi aracılık yapmışlardı. Bu ekip, düzenledikleri sahte mukavele ve belgelerle eski Adana Mutasarrıfı Şakir Paşa ve Cebel'i Lübnan ahalisinden Selim ve Nasrullahi'l-Havarî'nin vaktiyle 800 liraya aldıkları Hayfa yakınlarındaki mülkleri; Hazire, Dordore ve Nefbâte çiftliklerini 18.000 liraya satmış, ayrıca kendileri de 2.000 lira aracılık parası almışlardı. Bu satış sonrası bir gece içinde Hayfa Polis Memuru Aziz ve Zabıta Memuru Yüzbaşı Ali Ağaların marifetiyle Rus göçmeni 140 aile Hayfa sahillerindeki bu araziye yerleştirilmişlerdi. Padişahın iradesi (emri) nedeniyle arazi satışının yasak olduğunu çok iyi bilen Hayfa Belediye Başkanı Mustafa Efendi, selâhiyetini kullanarak sahte ve kadim (çok eski) tarihli bir ruhsatname ile burada 140 haneli yeni bir Yahudi köyü kurmuş, onlardan bir de vergi alarak yıllardır Osmanlı vatandaşı olduklarını belgelemeye çalışmıştır. Bununla da yetinmeyen Mustafa Efendi güya bunların yıllarca Safed ve Taberiyye kazaları arasında bulunan "Mizrate'l-Hafize" köyünde asırlardır yaşadıklarını, ama nüfuslarının unutularak kaydedilmediklerini ileri sürerek onları Osmanlı nüfusuna kaydetmiş, 140 fakir Yahudi ailesinin altısından, birer mecidiye, toplam altı mecidiye, "nüfusa geç kaydolma" cezası almıştı. Böylece, bir gecede 140 Yahudi aileye Osmanlı vatandaşı olarak fakirlik ilmuhaberi verilip, birçok devlet hizmetinden bedava yararlanmaları sağlanmıştı."
Şikâyetçilere göre Hayfa ve Akkâ'da bu yolla, Yahudilerin iskânı sürekli hâle ettirilmiştir. Bundan başka, Baron Bilavaroş'un vefatıyla sahipsiz kalan Zemarin köyüne Yahudi koloniciler el koymuş, Baron Roşeyle yönetimindeki 700 hane Yahudi bu köye yerleştirilmişti. Daha sonra da her ne yapılmışsa yapılmış bu arazi Yahudilere Padişahın emrine aykırı olarak satılmıştı. Bu köyün çevresindeki Eşfiya, Emma'l-Altun ve Emma'l-Cemal adlı üç köy de bu arazinin içinde gösterilmiştir. 2-3 bin kuruş kıymetinde harap bir arazi, Akkâ Mutasarrıfı Sadık Paşa tarafından 2.000 liraya Yahudilere satılmıştır. Hayfa ve Yafa arasında bulunan Hazine-i Hassa ile bitişik, dönümü bir kuruştan alınan Haşmezrezzake adlı 30 dönüm arazi, 30 bin liraya Yahudilere satılmıştı. Yine dönümü 3 kuruşa alınan beşbin dönümlük arazi de 15.000 liraya Yahudilere satılmıştı. Bu, şebekenin faaliyetlerini bütün bütün ortaya çıkarmıştı. (...)
Yahudîlerin maddî fedâkârlıkları sonucu onlarla iyi geçinen yerel yöneticiler genelde onlara itibar etmiş, Müslümanlara fazla yakınlık göstermemişlerdir. Bunlardan biri olan Maykerî Nahiyesi Müdürü Çerkes Ali Ağa, Yahudilerin kalp akça bastıkları ihbarı üzerine, Yahudî köylerine gidip soruşturma yapmak isteyince tahkir ve saldırıya uğramış, daha sonra da onların girişimleriyle azledilmişti. Onun gönderilmesinden cesaret alan Yahudîler, bir takım silah ve mühimmat depolamaya, gizli eğitim kurumları açmaya ve kendilerini engelleyebilecek kişileri hapis ve işkence ile yıldırmaya başlamışlardı.(5)
(1) Mim Kemal Öke, Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar, İstanbul 1991, 3. Baskı, Çağ Yayınları, 55-63
(2) Yaşar Kutluay, Türkiye ve Siyonizm, İstanbul, 1973, s. 108-109
(3) Mim Kemal Öke, A.g.e., s. 91
(4) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.PRK.AZJ. 27/39
(5) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.PRK.AZJ. 27/39
Bizim cevabî yazımız:
(Not: Cevabî yazımızın baş tarafında bizim daha önce konuyla ilgili soruya verdiğimiz cevaptaki bilgileri koymuştuk. Aynı bilgileri buraya aktarmaya gerek görmediğimizden söz konusu cevabın linkini koymakla yetiniyoruz. Bu cevabı okumadan aşağıdaki bilgilere geçerseniz meseleyi etraflıca anlamanız zor olacaktır. Söz konusu cevabımızı okumak için tıklayın.)
Benim bu yazıdan haberim var ve daha önce de okudum. Yahudilerin Filistin topraklarına yerleştirilmelerinde bazı hainlerin aracılık etmeleri konusu bizim yazılarımızda da geçmektedir. Bizim bu konuyla ilgili bir soruya Web sitemizde verdiğimiz cevapta da yahudilerin 1948 öncesinde Filistin'de mülk edinmeleriyle ilgili bilgiler mevcuttur.
Sizin gönderdiğiniz yazıda da, dikkat ederseniz Filistin halkının veya halktan birilerinin ihanetine işaret edecek bilgi değil yönetimdekilerin bir ihanetinden söz ediliyor. Yazıda sözü edilen arazilerin satılması da kuvvetli ihtimalle herhangi bir aracılık işlemiyle değil "mirî arazi" uygulamasıyla gerçekleştirilmiştir. Çünkü o dönemde Filistin'in geneli mirî arazi hükmündeydi. Devlet yetkilileri istediklerinde el koyup devir işlemi yapabiliyorlardı. Halktan birinin de devletin kabulü olmadan arazi satmasına imkân yoktu. Zaten Sultan II. Abdülhamid'in Filistin'de yahudilerin mülk edinmelerini engelleme amacıyla tedbir alması da söz konusu uygulamaya binaen olmuştur. Dolayısıyla o dönemde yapılan satış işleminden dolayı halkı, halktan birilerini suçlamaya imkân yoktur. Yani 1917 öncesindeki satışlarda ihanet edenler halktan birileri değil yöneticilerdir. Sultan II. Abdülhamid, yöneticilerin ihanetlerini önlemek için kontrolü sıkılaştırmıştı. Ancak sonraki dönemlerde bu kontrol gevşedi. Bu kontrolün gevşemesine sebep olan ise İttihat ve Terakki Cemiyeti'dir.
Sözü edilen olay da Osmanlı'nın bölgeye hâkim olduğu dönemde yine bu devletin tayin ettiği yöneticilerin ihanetiyle gerçekleşmiştir. Osmanlı döneminde idareciler vasıtasıyla yahudilerin mülk edinmeleri de zaten gönderdiğiniz yazıda zikredilen olayın gerçekleştiği tarihte değil çok önce başlamıştır.
Çirkin olan işte bu ihanetlerin, bu tür oyunların, bugün işgale, zulme ve haksızlığa karşı direnen, orada Müslüman varlığının devam etmesi için mücadele eden, onur ve haysiyeti için her türlü fedakârlığı göze alan halka mal edilmesidir. Ne yazık ki gönderdiğiniz yazıda da üstü kapalı bir şekilde bu hava var. Tarih boyunca Türkiye toplumunun Filistin davasına soğuk bakmasına sebep olan da işte bu anti-propaganda oldu. Bu konuya temas edenler böyle Filistin halkını toptan suçlu gösteren bir yaklaşımla olayları aktarmak yerine Osmanlı devletinin altını oyan İttihat ve Terakki Cemiyeti türündeki ihanet çetelerine yaklaştıkları şekilde yaklaşsalardı, bu tür ihanet çetelerinin suçlarını direnen halka yüklemekten kaçınsalardı belki böyle bir sonuç çıkmazdı. Söz konusu tarzdaki anti-propaganda sadece İslâm coğrafyasının kalbine saplanan hançer niteliğindeki siyonist işgale hizmet etmiştir.
Bugün TÜPRAŞ'ın % 15'inin Ofer gibi bir siyonist şirketine satılması, yine Galataport ihalesinin aynı şirkete verilmesi üstelik bu işlemin "muhafazakâr" bir partinin iktidarı döneminde gerçekleşmesi acaba yakın bir gelecekte Türkiye toplumu açısından nasıl bir imaj bırakacaktır? Üstelik Türkiye toplumunun geneli böyle bir işlemi kabullenmiş görünüyor. Çok fazla "red" sesi çıkmıyor. Ayrıca Ortadoğu bölgesinde sanayinin ve devletlerarası ticaretin İsrail işgal devletine entegre edilmesi amacına yönelik plan sadece bunlardan ibaret değil. Bunun dışında daha birçok projeyi kapsıyor. Bu projelerin hayata geçirilmesinde en çok da Türkiye'deki yönetimin izlediği politikaya güveniyorlar. Bu konuyu merak ediyorsanız Mustafa Eğilli'nin Kudüs dergisinin son sayısında (7. sayı) "Nitelikli Sanayi Bölgeleri ve İsrail'in Ekonomik Entegrasyonu" başlıklı yazısını okumanızı tavsiye ediyorum. Kısacası kendimizi de hesaba çekme erdemliliğini göstermeli ve hak ile batılı birbirinden iyi ayırmalıyız. Bunu sizin söz konusu yazıyı göndermeniz sebebiyle değil, Müslümanların genelde eksikleri, önemli kusurları olduğuna dikkat çekmek için söylüyorum. Yüce Allah'ın hepimizi basiret ve duyarlılık sahibi kılması için duacıyız.
Zihninizde soru işaretleri ve tereddütler oluşmasına sebep olan bir yazıyı bize göndererek yardımcı olmamızı istemenizden dolayı çok teşekkür ediyorum. İnşallah bütün mü'min kardeşlerimiz aynı duyarlılığa kavuşur ve böylece yanlış yönlendirmelerin etkisi azalır. Temennimiz burada verdiğimiz bilgilerin faydalı ve aydınlatıcı olmasıdır.