İnsan vücudunda baş ne kadar önemliyse, başa giyilen kavuk yada fes de o denli önemliydi Osmanlıda. Kimliğinizi ele verirdi giydiğiniz fesler, kavuklar.
Mesleğinizden mevkînize, sosyal statünüzden hayat tarzınıza kadar… Osmanlılar, kıyâfetlerinin tamamlayıcı unsuru olan ve bir mühür gibi son noktayı koyan feslerinden ve kavuklarından, mezar taşlarında dahi vazgeçmemişlerdi.
Kavukların şekli, her sınıf ve mesleğe göre değişiklik arz ederdi. Bir şahsın sâdece kavuğuna bakarak onun mesleğini ve mevkîini tespit edebilirdiniz. Zîrâ başka mesleğe ya da rütbeye âit kavuğu giymek yasaktı. Her zümrenin kavuğu, kendine âit renkteki sarıkla sarılırdı.
Meselâ yeşil sarık, sâdât-ı kirâma mahsus olduğundan, başkası bu renk sarık kullanamazdı. Peygamber soyundan gelenlere mahsustu yeşil sarık. Bunların dışındaki herkes beyaz sarık kullanırdı. Arada az da olsa sâir renkteki sarıklar da bulunuyordu.
Tarikat erbâbının sarıkları, renkleriyle de birbirinden ayrılıyordu: Yeşil sarık Kâdirî, siyah sarık Rufâî, kırmızı sarık Bedevî tarikatı dervişlerine mahsustu. Mevlevî derviş ve şeyhlerinin sarıkları da yeşil-beyaz olurdu.
Osmanlılar için "kefeni başında gezer" sözüne yol açmış başlık türüdür. Sebebi ise kavuk denilen başlığın upuzun bir kumaşın çevrilerek üstüste toplanmış olmasıdır.
Açıldığında içindeki kumaş kişinin kefenini oluşturur ve "her an ölmeye hazırım" anlamını taşırmış. Sıksık ölümü hatırlayıp ona göre karar verirler ve öldükleri zamanda direk başlarındaki kefenle gömülürlermiş.