Adile Naşit doodle oldu. Google ana sayfasında bugüne özel Adile Naşit doodle'ı kullanıcıları şaşırttı. Önemli günlere ve kişilere sayfasında yer veren Google Adile Naşit'in 86. doğum gününü de unutmadı. Adile Naşit için hazırlanan doodle herkesin ilgisini çekmeyi başardı.
Türk sinemasının en önemli oyuncularından olan Adile Naşit'in bugün 86. doğumgünü...17 Haziran 1930 yılında doğan Naşit, 11 Aralık 1987'de yaşamını yitirdi. Şen kahkahalarına 29 yıldır hasret kalıyoruz... Adile Naşit 29 yıl önce aramızdan ayrılmasına hepimizi güldürmeye devam ediyor.
Oyun ve filmlerinin yanı sıra bir dönem “Kuzucuklarım” diye seslendiği çocuklara yönelik televizyon programlarıyla gönüllerde taht kuran 17 Haziran 1930 doğumlu Adile Naşit, yaşasaydı bugün 86 yaşında olacaktı.
ADİLE NAŞİT KİMDİR?
Tiyatrocu bir aileden gelen Adile Naşit'in babası komedyen Komik-i Şehir Naşit, annesi de Türkiye Ermenisi tiyatro oyuncusu Amelya Hanım'dır. Ağabeyi Selim Naşit ve 1950'de evlendiği eşi Ziya Keskiner de tiyatro sanatçısıdır. Adile Naşit eşi Ziya Keskiner'in Temmuz 1982'deki ölümünden sonra 16 Eylül 1983 tarihinde Cemal İnce ile gizlice evlendi.
Adile Naşit sinema dünyasında, Rıfat Ilgaz'ın ünlü eseri Hababam Sınıfı'ndan uyarlanan filmlerdeki müstahdem Hafize Ana rolü ile olduğu kadar, Münir Özkul ile karşılıklı oynadığı filmlerdeki "Anne" rolleriyle de ünlenen Adile Naşit 11 Aralık 1987'de doğduğu şehir olan İstanbul'da 57 yaşındayken bağırsak kanseri sonucu yaşamını yitirmiştir. Cenaze töreni 13 Aralık 1987 tarihinde Şişli Camii'nde düzenlendi. Öğleyin kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığına defnedilmiştir. Adile Naşit İstanbul Karacaahmet mezarlığında ilk eşi Ziya Keskiner ve oğlu Ahmet Keskiner (1951-1966) birlikte yatmaktadır.
Adile Naşit oyunlarında ve sinema filmlerindeki anne tiplemesi, kendine has üslûbu ve kahkahası onu Türk Sinemasının unutulmaz isimleri arasına yerleştirmiştir. Adile Naşit canlandırdığı anne karakterleri nedeniyle 1985 yılında Yılın Annesi seçilmiştir.
KİMSENİN BİLMEDİĞİ YÖNLERİYLE ADİLE NAŞİT | Röportaj
Hepimiz onu şen kahkahalarıyla, insanın içine işleyen bakışlarıyla, ve oynadığı rollerdeki samimiyetiyle tanıdık, sevdik ve hatırlıyoruz. 13 Eylül 1980 yılında Ses Dergisi'nde yayınlanan röportajını okuduktan sonra ise madalyonun diğer yüzünü göreceksiniz. Türk sinemasının usta sanatçılarından Adile Naşit ile yapılan ve kendisinin içini döktüğü bu röportajda, daha önce hiçbir yerde rastlamadığımız derecede içten ve duygulu bir anlatıma tanık olacaksınız.
-Adile Hanım yıllardır vazgeçmediğiniz oyunculuk tutkusu nasıl bir tutkudur?
Ben başka hiçbir şey görmedim ki. Tiyatroda doğduk Selim’le ikimiz. Kulislerde, tiyatronun ta içinde büyüdük. Babamızdan gelen bir tutku tiyatroculuk. Ayrıca çok sevdiğim bir iş.
-Hiç canınız sıkılıp da bu sahnelerden kurtulayım, evimin bir köşesinde yün öreyim diye aklınızdan geçmiyor mu?
Hayır, ‘geçmiyor’ diyebilirim. En çok yorulduğum, bunaldığım zamanlarda evimin bir köşesinde oturayım diye kafamdan geçiririm. Ama öylesine çabuk geçer ki bu duygu, hemen sahneyi özleyiveririm.
-Peki provalar, geceleri oyun ve bunun ardında evde yapılması gereken yığın iş kalıyor. Bunların altından nasıl kalkabiliyorsunuz?
Genellikle yapılacak işim pek olmuyor. Eskiden yemekleri ben yapardım. Şimdi kocam yapıyor. Mutfağa girmiyorum bile. Bir tek çamaşırları yıkamak kalıyor, onu da ben yapıyorum artık yüzsüzlük olmasın diye. Diğer işler ise, ortaklaşa düşe kalka gidiyor.
-İnsan ilişkilerinden ve aşktan söz etsek. Örneğin kaç kez âşık oldunuz? Aşık olduğunuz zaman neler hissettiniz? Galiba ilk kez kocama, gerçekten âşık oldum. Senelerdir beraberlik yürüdüğüne göre, aşk sonradan sevgiye ve dostluk haline dönüştü. Kocam benden yirmi yaş büyüktür ve hep beni kollamış korumuştur bugüne dek. Aşık olmak duygusuna gelince, kötü bir şey aşk. Hüsranı, gözyaşı bol bir iş. Duyguların tümü pır-pır ediyor ya insanın içinde, ya sonrası ne oluyor? Hüsrana uğramayı sevmiyorum.
-‘Ağlamak güzeldir’ derler. Sık sık ağlar mısınız? Ya da ağlamayı sever misiniz?
Bayılırım. Öylesine çabuk boşalır ki gözümden yaşlar, ben bile şaşırıyorum. Galiba yaşantımın içinde tüm olayları bütün yoğunluğuyla yaşadığım için böyle. Bir olay bir başkasını anımsatıyor ve bir zincir halinde yürüyüp gidiyor kafamın içinde olaylar. Örneğin filmlerde hiç zorluk çekmem ağlama konusunda. Kafamın bir köşesine sıkışmış, atamadığım, söyleyemediğim olayları anımsar ağlayıveririm.
-Demek ki sıkıntılarınızı pek dışarıya vurmuyorsunuz ve bundan ötürü de zaman zaman mutsuz olduğunuz söylenebilir mi?
Mutsuzluğun yanı sıra, sağlığım korkunç derecede bozuluyor. Tansiyonum düşüyor ve hasta bir kadın oluyorum. Mutsuzluk ayrı. Her insanın çok canının sıkıldığı bunaldığı zamanlar vardır. İşte öylesine bir şey oluyor.
-Kadınlık sizce nedir?
Çok önemi benim için. Hanımlığı, sevecenliği olmalı kadının. Evini sevmeli. işi varsa işini sevmeli ve ilişkilerini güzel tutmalı kocasıyla, dostlarıyla. İşte bütün bunları bilebilen bir kadın, bence kadınsı ve hanımlığı yapabilen bir kadın oluyor.
Anneanne Küçük Virjin Hanım, dayı Niko, anne Amelya hanım ve Selim Naşit. Çok klişe bir laf vardır, her ev bir dünya diye. Ama Naşit ailesini anlatmaya başlarken bunu söylemek şart. Onların evi her renkten bir dünya. İçinde Adile Naşit var bir kere.
-Çok güzel bir kadın olmak ister miydiniz?
İsterdim. Hiçbir zaman kendimden memnun olmamışımdır. Giydiklerimin bana yakışmadığını düşünürüm. Makyaj yaparım, örneğin bir filmin galasına gitmek için, “Aman ne olmuşsun böyle” desinler, gözlerim dolar koşar banyoya yıkarım suratımı.
-Biraz komplekslerinizi anlatmış oluyorsunuz böylece?
Elbette. Giydiklerimi hiç yakıştırmam kendime dedim. Her zamankinden biraz daha şık giyinsem “Aman ne güzel olmuşsunuz Adile abla…” desinler mahvolurum. ‘İşte bana acıyorlar, onun için iltifat ediyorlar.’ diye. Son zamanlarda denize giremez oldum. dehşetli utanıyorum. Bu son yolculukta ya bir, ya da iki defa denize girdim. Hiç kimsenin ısrarı beni kandıramadı. etrafımda benim yaşımdaki kadınlar örtüler içinde oturup beni seyrettikçe, iyice kötü oluyorum, Hepten vazgeçiyorum. Aşağılık kompleksi bunlar tabii ki.
-Korkak mısınız?
Müthiş. Birisi pat desin ölebilirim. Hemen tansiyonum düşer. Yataklara serilirim. Çok korkak büyüdüm. Küçükken bir gök gürültüsünde hepimiz öleceğimize inanırdık. Ailecek yatağın üzerine çıkar son dualarımızı yapardık sabahlara kadar. Sonra babamız bizi çok korkuturdu. Odada yaramazlık yapmayalım diye anahtar deliğinden duman üflerdi odanın içine. Ben ve Selim, oturduğumuz yerde korkudan çişimizi yapardık. Hep böyle ruhlar, ölüler, gök gürültülerinin bizi öldürecekleri korkusuyla büyüdük.
-Batıl inançlarınız çok olmalı?
Hemen hepsine inanırım. Biraz hafifletmeğe çalışıyorum bütün bunları ama, öylesine az yararı oldu ki bu çabamın. Kocam bile alıştı artık bütün bunlara. Birisi ölsün, gece hemen yataklarımız birleşir, bu iş bir ay kadar sürer. Olay biter, bir yenisi oluncaya kadar yine yaşamımız normale döner.
-Sizi en fazla kızdıracak, yerinizden hoplatacak olay ne olabilir?
Öylesine çok ki. Yukarıda da söylediğim gibi, kızgınlığımı açık açık belli etmiyorum. Ama, kırılıyorum. Örneğin, tiyatroda akşama kadar elleri donarak yerleri süpüren çocuğa “Haydi git de bana bir paket sigara al” deyiverenlere sinirlenmemek olası değil. Yüreğimin içinden bir şey cızlayıveriyor o zaman. Belki ağlıyorum, görmemezliğe geliyorum falan…
-Kıskanç mısınız?
Bilmiyorum. Ama iş konusunda kesinlikle kıskanç değilim. Arkadaşlarımın en iyi işi yapmaları beni sevindiriyor. Dostlarımı kıskanıyor olabilirim. Çok sevdiğim bütün sırlarımı, dertlerimi anlattığım bir dostum benim dışımda başka bir dost bulup, benden yavaş yavaş ayrılırsa işte o zaman sezdirmeden kaçmayı seçiyorum. Kırgın oluyorum. Eğer kıskançlık buna deniyorsa böylesini yaşıyorum ben içimde.
-Yaşamımız içinde yaşadığınız en büyük acı oğlunuzu kaybetmeniz oldu sanrım?
Evet, daha büyüğünü yaşamadım. Biz ana, baba, çocuk değildik. Üç tane dosttuk. Güzel bir arkadaştık. Ölümüne hazırlamıştık biraz kendimizi. Açık kalp ameliyatıydı geçirdiği. Ve yaşayamadı. Ondan sonraki beş sene benim için inanılmaz acılarla dolu. Elbette Ziya Bey için de. İşte sonra kuş, köpek, bebek böyle oyuncaklara tutkun olduk. Balıklar yaşadı, köpek kör oldu, çiçekler büyüdü böyle gidiyor yaşamın geri kalan kısmı.
-İşiniz, sıkıntılarınızı bir ölçüde olsa hafifletmiş olmalı.
Evet. Sahne korkunç bir oyalanma oldu benim için. Ama, korkularım, ürkekliklerim gün geçtikçe daha da bir arttı.
-Özlemlerinizin, keyiflerinizin eski tadı kaldı mı?
Özlemler değişti. Yaşamadaki amaçlar bir başka türlü oldu galiba. Yine de sevinecek, mutlu olacak şeyler bulabiliyor insan her türlü acıya rağmen.
-Ölmekten korkuyor musunuz?
En büyük korkum. Aklıma getirdiğim an her tarafım titriyor.
-Bir erkek sizce nasıl olmalı?
Ha önemli işte bu. İnsanı saracak, güvenilecek birisi olması gerekiyor erkeğin. Sorumlulukları paylaşacak, dostluğu iyi tanıyan birisi diye tarif edebiliyorum.
KISACA ADİLE NAŞİT VE MEZARI AÇILDI HİKAYESİ
Sevgili Adile Naşit’i anmadan önce, Komik-i Şehir (Büyük Komik) Naşit olarak da bilinen tuluat tarzının en etkili oyuncusu; güldürü ustası baba Naşit Özcan’a bir selam ve dualar gönderelim… Tuluat oyunlarının İbiş’ine kazandırdığı kişilik romanlara dahi konu olur. Tarık Buğra’nın İbiş’in Rüyası (1970) adlı romanı sanatçının hayatını konu edinir. 1886’da İstanbul Şehzadebaşı’nda doğar, 26 Nisan 1943’te 57 yaşında hayata gözlerini yumar. Daha sonraları Emel adını alacak Rum asıllı tiyatrocu Amelya hanım ile ikinci evliliğinden doğar Adile ve Selim Naşit. Ne gariptir Adile Naşit de aynı yaşta aramızdan ayrılacaktır.
17 Haziran 1930’da İstanbul’da doğan Adile Naşit, babasının ölümünden sonra okulu bırakarak 1946’da daha henüz 16 yaşındayken ilk kaz sahneye çıkar. Kendisinden 2.5 yaş büyük ağabeyi Selim Naşit de bildiğiniz üzere tiyatro oyuncusudur. Hatırlarsınız; “Uykudan Önce” tek kanallı dönemin özellikle çocuklar için fenomen programıdır.
1952 yılında Ziya Keskiner’den dünyaya gelen tek çocuğu Ahmet, ilkokul 2. sınıfa geldiğinde rahatsızlanır. Kalbi doğuştan deliktir ve o yıllarda bu tip gerekli ameliyatlar hem çok pahalıdır hem de sadece Amarika’da mümkündür. Ağır hastalık yüzünden tahsiline evden devam eder, ortaokul bitirme sınavlarına hazırlandığı bir dönemde 1966 yılının parası ile tam 100 bin lira – yardım kampanyaları ile bulunup buluşturulur ve Ahmet Naşit Keskiner Minnesota’daki Mayo Clinic’e gönderilir. Operasyon başarılı geçmesine rağmen nedeni bilinmeyen bir koma durumu hasıl olur. Uzatmayalım 1 günün ardından usta oyuncunun küçük oğlu daha 15 yaşındayken annesinin kollarından ayrılır. Biricik oğlunun ölüm haberini İzmir’deki bir oyun öncesi alan Adile Naşit, habere rağmen sahneye çıkar ve bütün salonu kahkahalara boğar. Sonrasında ne bir daha uçağa binecek ne de doğum günü kutlayacaktır. Evladının ölümünden bir gün sonra kim doğum günü kutlamak ister ki?
Yeğeni tiyatrocu Naşit Özcan, “Her ortamı neşelendiren Adile Naşit, 15 yaşında oğlunu kaybettikten sonra hep mutsuz yaşadı, içine kapandı ve bu sıkıntısı onu ölüme kadar götürdü.” diye anlatır halasını. Her gece ağladığını ve oğlundan hiç bahsetmediğini de ekler. Her sinema emekçisi gibi borçlu yaşar borçlu ölür.. Bir çok alacağı olmasına rağmen film şirketlerinin peşinden koşmaz… Maneviyat ve çocuklar en büyük serveti olacaktır. Bağırsak kanseri yüzünden aramızdan genç denebilecek bir yaşta ayrılır. Takvimler 11 Aralık 1987’yi göstermektedir.
32 yıl bir yastığa baş koyduğu eşinin ölümünü de “Müzikli Kahkaha”da oynarken öğrenir. Oyunun kuralı gereği İstanbul’a gelemez. Sahneye çıkar ve vazifesini yerine getirir. Zor bir hayattır Adile Naşit’in yaşadığı.
Diğer konulara gelirsek:
“Allah tarafından gelen ilhamlar sonucu yazıldı” sözleriyle ifade edilen bazı metinler – kitaplar mevcuttur bildiğiniz üzere! Uzatmayalım, hapisteyken cam kenarında birden kederlenen mühim üstatlarına nedenini sorarlar ve güya kendisi kayda da geçen şu yanıtı verir: [Alıntıdır] “Şu bahçedeki kızlar edepsizce raks ediyor (orta-okul veya lise kızları, kendi aralarında oynuyor.) Gençliklerini fuhşiyata harcıyor, bunların yaşlandığı hallerini gördüm. Kabir azabını gördüm, ondan kederlendim birden.” Söz konusu kimselerin ilim evlerine gidip bize şu mevzuyu anlatsanıza dediğinizde çoğu kişiden (!) rahatlıkla duyabileceğiniz hikayedir. İşin ilginç olanı; Adile Naşit mevzu yaşandığı sırada 5 yaşındadır ve bu kişilerin anlattığı grup içinde olup olmadığı konusu bile belirsizdir. Güya bu kişilere göre Adila Naşit Cehennem’de yanmaktadır. Yorum sizin…
Yine internette dolaşan başka bir alıntı şu şekildedir: “Adile Naşit 70’lerde seks filmlerine oyuncu buluyordu o yüzden cehennemlik, Ermeniydi (Bu da yanlış bilinir, annesi Ermeni değil daha sonraları Türk olan bir Rumdur), mezarında ters döndü, toprak kabul etmedi, sonrasında mezarını bir açmışlar ki ağzı burnu karışmış.” gibi hayret verici tiksindiren hikayeler de yine bu kişiler tarafından yastık altı hikayeleri olarak pazarlanır. İşin seks filmi boyutunu da atlamadan izah edelim… Oyuncunun oynadığı “Plaj Horozu” adlı komedi filmine parçalar eklenir ve olur size bir “seks komedi.” O dönemde son montaja girilir, parçalar eklenmediği kontrol edilirdi ama sanırız Adile Naşit durumu atladı. İnternet’teki aramalarda böyle sonuçlara rastlamak bile rahatsızlık verici.
Rahmetlinin mezarı açılmış ve ayakları kafası tarafında, iki büklüm gibi bir halde bulunmuş… Sebep mi? Kadın yaşamı boyunca çok gülmüş… Mezarın neden açıldığını da kendilerince izah ediyorlar, yok birinin pasaportu defin sırasında mezara düşmüş de, Selim Naşit bir gece rüyasında bir şeyler görmüş de, mezarın içinden sesler geliyormuş da… NE kadar ilginç ve izah gerektiren sözler..
Adile Naşit bakın neden doodle oldu..
Adile Naşit bakın neden doodle oldu..
Piramit Haber Piramit Haber
Yaşam
Adile Naşit bakın neden doodle oldu.., Kimsenin bilmediği yönleriyle Adile Naşit | Röportaj, Adile Naşit kimdir ve Mezarı neden açıldı? Hepsinin cevabı haberimizde...
Paylaş:
Emel Sungu 8 Yıl Önce
Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.