Böyle buyurmuştu yaradan O’na. Bizlere de;
“Nitekim kendi içinizden size ayetleri okuyan, sizi arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti öğreten, size bilmediklerinizi öğreten bir Resûl gönderdik.” buyrulmuştu O’nu bize bildirirken.
O’nun vazifesinin sadece tebliğ, daveti ümmet olan insanlığın vazifesinin de itaat olduğu ayrıca vurgulanmıştı.
“Resûl’ün üzerine düşen, sadece tebliğ etmektir. …”
“De ki: “Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz artık onun üzerine düşen, sadece kendisine yüklenen (vahyi duyurma ve açıklama görevi)dir… Peygamber’in üzerine düşen apaçık bir tebliğden başkası değildir.”
“Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, (bilin ki) Resûlümüz’ün üzerine düşen ancak apaçık bir tebliğdir (artık sorumluluk size aittir.)”
Emîn olan, Muallim olan, Beşîr olan, Sâdık olan Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz aynı zamanda Mübelliğ, yani tebliğci idi. Allah(c.c)’tan aldığı mesajın, aynen insanlara ulaştırılmasıyla yükümlüydü. Böyle olmakla beraber tebliğin, sıradan bir ulaştırma, mesajı yalnızca duyurma demek olmadığı da aşikârdı. O, bunun farkındaydı ve yapacağı tebliğin zihnindeki anlamının aynen alıcının zihninde de yerini alması gerektiğini biliyordu. Bunun gerçekleşmesi ise, kaynak kişi ve alıcı arasındaki kesintisiz iletişimin sağlanması ile mümkündü. Kesintisiz iletişim süreci de eğitim–öğretim süreci ile benzeşmekte ve bir eğitim-öğretim sürecini beraberinde getirmekteydi. Zaten tam bu nedenle de O, el-Muallim’di. Zira Peygamber (sas) Efendimizin tebliğ sürecini incelediğimizde, tebliğ görevini tam olarak bir eğitim-öğretim sürecini işleterek gerçekleştirdiğini görüyoruz.
Aslında da’vet, tebliğ ve irşad kavramlarını birlikte değerlendirmek lazımdır. Da’vet dünya üzerinde ki tüm insanlaradır ve bu grup Ümmet-i Da’vet olarak, bunların içerisinde olup Peygamber(sas) Efendimizin davetini tanıyıp ona icabet etmiş olanlar ise Ümmet-i İcabet olarak vasıflandırılmaktadırlar.
Da’vet ve Tebliğ kavramları Ümmet-i Davet’e yapılan çağrılar hakkında kullanılmaktadır. Da’vet’in özünü İslam oluşturmaktadır ve temelinde İslami gerçeklere çağrı yatmaktadır. Tebliğ’de de Allah(c.c)’ın emirlerini Allah(c.c)’ın kullarına duyurmak özelliği söz konusudur ve tebliğ yapan kişiye Mübelliğ denilir. İrşad da ise muhatab mü’minlerdir ve Allah(c.c)’ın emirleri doğrultusunda hayatı tanzim edici, dünyevi ve uhrevi istikamet verici, yol gösterici çalışmalardır.
Peygamber(sas) Efendimiz şahsında topladığı bu üç özellik ile insanları İslam’a davet etmiş, Allah(c.c)’ın kendisine bildirdiği emirleri ne bir eksik, ne bir fazla, tam olarak insanlara tebliğ etmiştir. Tam bir cahiliye dönemi yaşayan insanlığı eğiterek ve irşad ederek, kafalarını, kalplerini aydınlatmış, düşünme, anlama, kavrama, seçme, karar verme yeteneklerini geliştirerek hayatlarına dünyevi ve uhrevi bir istikamet vermiş, fıtratlarını koruyup geliştirmelerine, kültürel anlamda insanlaşmalarına rehberlik etmiş, yaşamlarına Allah(c.c)’ın rızasına kavuşmak gayesini aşılamıştı. Bu rehberliğiyle, Araf suresi 157’nci ayeti kerimede tarif edildiği üzere, O, “onlara iyiliği emredip, kötülükten menetmiş, …Onlardan ağır yükü ve üzerlerinde olan zincirleri, zor teklifleri kaldırmıştı…”
Bütün hayatını özetlercesine, Veda Haccında irad ettiği hutbesinde de tebliğine devam etmiş, yaptıklarını anlatarak;
Allah(c.c)’ın tek olduğu, eşi ve ortağı olmadığını, Muhammed(sas)’in O’nun kulu ve resulü olduğunu,
Herkesin yaptıklarından ve yapmadıklarından sorgulanacağını,
Eski sapkınlıklarına dönmemelerini, birbirlerinin boyunlarını vurmamalarını,
Faizin, cahiliye devri adetlerinin, kan davasının kaldırıldığını, Zina ve Hırsızlığın yasaklandığını,
Kadın haklarının gözetilmesini, bu konuda Allah(c.c)’tan korkmalarını,
Allah(c.c)’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’i ve Peygamberin sünnetini emanet bıraktığını, onlara uyulmasını,
Müslümanların kardeş olduklarını, bütün insanların eşit olduğunu, üstünlüğün sadece takvada olduğunu,
Tekraren tebliğ etmiş ve dinleyenlerine “Beni sizden sorduklarında ne diyeceksiniz?” diye sormuş, “Allah(c.c)’ın elçiliğini ifa etiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz.” cevabını almıştı.
Bunun üzerine Peygamber(sas) Efendimiz üç defa “Şahit ol Ya Rab” diyerek sözlerini ve görevini tamamlamıştı.
Rabbimiz! Bizleri Elçin, Habib-i Edib’in, Tebliğcin Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin bildirdiklerine uyan, uygulayan ve kendinden sonrakilere aktarabilenlerden eyle. Amin…
ÖMER FARUK ŞENTÜRK
Mevlüt Kandili duası
EÛZÜ BİLLAHİ MİNE’Ş-ŞEYTANİ’R-RACÎM, BİSMİLLAHİRRAHMANİRRRAHİM
Ya ilahel alemin
İlk yarattığın nur efendimizin nuruydu.
Sen onu var etmeden evvel gündüzün geceden,
baharın da kıştan farkı yoktu.
İyilikler, kötülüklerle iç içe;
akıl nefse yenik,
ruh da bedenin esiri idi.
O güzeller güzeli
Varlığın sırrını keşfedip akla yüksek hedefler gösterdi
düşünceye kapılar açıp
insanın ebedlere namzet olduğunu âlemşümul bir dille haykırdı.
Böyle bir elçiyi insanlığa bahşetmenden
Ve sayısız nice nimetlerinden ötürü
sana sonsuz hamd ü senalar olsun ya rabbi!
Güç ve kuvvet ancak kendisine has olan yüce ve büyük Allâh’ım!
Mahlûkatın adedince,
Zatının rızası,
Arşının ağırlığı ve kelimelerinin toplamınca
Efendimiz Hz. Muhammed (sas) ve O’nun ehli ve ashabı üzerine salât ü selam la bir kere daha yâdederek huzûr-u İlahi’de el açıp yakarıyoruz
Ey her şeye hayat bahşeden Allah’ım
bütün insanlık, hatta bütün bir varlık âleminin bayramı sayılan
mübarek günleri vardır.
bir gün daha vardır ki,
o da Allah Rasûlü’nün dünyayı teşrif buyurarak
tenezzülen aramıza girip bizi şereflendirdiği kutlu zamandır.
Bizler şimdi o anı yaşıyoruz.
Rahmet-i Rahman’ın galeyana geldiğine inandığımız
bu kutlu zaman diliminde,
Mevlid Kandili’nin bizim için hakiki bayram olması ümidiyle,
ümmet-i Muhammed’in hal-i pürmelali açısından
bayram hediyesine en muhtaç birer yetim olduğumuz mülahazasıyla, Şefkat Peygamberi’nin ruhaniyetine sığınarak,
sen den yeniden bir kere daha diriliş istiyoruz ya rabbi
Ey her şeye gücü yeten Allah’ım
Efendimizi düşünmekle
hayatın hiç kimseye nasip olmayan tadını
ve varlığın bitmeyen zevkli maceralarını duyarız.
Duyarız imanın yenilmez gücünü,
Duyarız Müslümanlığın kahramanlık olduğunu,
Duyarız doğruluğun paha biçilmez kıymetler ihtiva ettiğini,
Duyarız iffet ve ismetin, meleklerinkine denk insan tabiatının bir buudu haline geldiğini.
N’olur bu ve benzeri nice güzellikleri daha derince ve engince
Bütün insanların ruhlarına duyur ya Rabbi!
Ya Rabbel alemin
Onun terbiyesi, onun üslûbu ve onun sistemiyle yetişmiş olan nesillerin
imanları iz’ân ufkuna erişiyor,
muhabbetleri çağlayanlara dönüşüyor.
efendimizi bu ölçüde duyup sevmeleri münasebetiyle
her an daha da şahlanıyor
ve o kutlunun arkasında bulunma sevinciyle adeta yeni bir asr-ı saadet yaşanıyor.
Sen dünyamıza yeniden bir huzur çağı
ve gül devri yaşat ya Rabbi!
Ey yüceler yücesi Allah’ım
Yüzümüz yok, hicap içindeyiz;
Efendimizin senin katındaki nazının geçerliliğine de ümitlerimiz tam.
Keşke ne seviyede olursa olsun
efendimizden hiç uzaklaşmasaydık;
ondan gelen ışıklardan
ve ruhlarımıza boşalan mânâlardan
hiç mahrum kalmasaydık..
ve onu o inandırıcı çehresiyle
içlerimizde hep taptaze ve dipdiri duyabilseydik!..
sen bizleri kendi uzaklıklarını aşabilen
hak ve hakikatleri de bütün derinlikleriyle duyabilenlerden eyle ya rabbi!
ya ilahel alemin
O güzeller güzeli Sevgiliyi, bir kere daha misafirimiz eyle..
tahtını sinelerimize kur
gönüllerimizdeki karanlıkları kov,
bütün benliğimize ruhunun ilhamlarını duyur
ve bize yeniden diriliş yollarını göster ya rabbi
İnananları karanlıklardan aydınlığa çıkaran Allah’ım
her gün biraz daha azgınlaşan şu zulmetleri o kutlunun ışığıyla dağıtıver
herkesi inleten zulüm ve adaletsizlik ateşini söndürüver.
her şekliyle kine, nefrete, düşmanlığa kilitlenmiş şu zavallı ruhların boyunlarındaki zincirleri çözüver
sevgiye, merhamete, şefkate hasret giden sinelerimizi muhabbetle, hoşgörüyle coşturuver
ruhlarımızı aklın aydınlığı, gönüllerimizi de mantık ve muhakeme enginliğiyle buluşturuver
ve bizi kendi içimizdeki hicran ve hasretlerimizden kurtarıver ya Rabbi!
Ey merhameti bol olan Allah’ım!
şefkati, adaletini aşkın gönüller sultanını unuttuğumuzun
ve saygısızlıkta bulunduğumuzun farkındayız.
Biliyoruz ki o rahmet nebisi
incinse de küsmedi
Vefasızlık görsede alakayı kesmedi
Başını yaranlar, dişini kıranlar karşısında bile ellerini açıp dua dua yalvardı. Katiyen lanette bulunmadı. Lanet ve bedduaya “âmin” de demedi.
Sinesini, Ebû Cehil’leri bile ümitlendirecek ölçüde açabildiği kadar açtı
ve her sözünü, her davranışını senin rahmetinin enginliğine bağladı.
Sen bizleri onun o engin merhametinden istifade eden
ve şefaatine de nâil olanlardan eyle ey Rabbi!
Ey ihsanları sonsuz olan Allah’ım
düşe-kalka olsa da hep Efendimizin izinde yürüme gayretindeyiz.
N’olur bizi bir kere daha sevindir.
Sevindir ki; bağının taptaze fidanlarıyla
adını âleme tam duyuracak demdeyiz.
Bu dünya ışığa hasret gidiyor.
Bizler o kırık azimlerimiz ve o çatlamış ümitlerimizle,
yolların hakkını veremesek de hep yollardayız.
Sadece hislerimizle de olsa, aradığımız hep senin habibin;
N’olur gönüllerimiz bir kere daha onunla dolsun,
ufuklarımızı saran şu upuzun geceler yerlerini gündüzlere bıraksın
ve viladeti bizim hakiki bayramımız olsun..
Ey yapılan dualara cevap veren Allâh’ım
Sana itaat edilir Sen karşılığını veririsin;
Sana isyan edilir, sen bağışlar ve affedersin,
Darda kalanlara icabet edersin,
Zararı sıkıntıyı ortadan kaldırırsın
Hastalara şifa, dertlilere deva verirsin
Günahları bağışlar, tövbeleri kabul edersin
Sen bizlerin dualarını kabul buyur ya Rabbi!
Allâh’ım
acizlikten, üzüntüden, tasadan, kederden,
Korkaklıktan, kabir azâbından, cehennem ateşinden sana sığınırız.
Bizleri kötülükten ve kötülerin şerrinden emin eyle ya Rabbi!
Ey Yüceler Yücesi!
bize karşı düşmanlık duygularıyla oturup kalkanların kalblerini yumuşatmak murad ediyorsan,
bize ve gönüllüler hareketine karşı onların kalblerini yumuşat
ve sinelerini daimî bir sevgiyle doldur! Ya Rabbi!
Ey kalbleri evirip çeviren Sultanlar Sultanı!
Bizim kalblerimizi de, onların kalblerini de sevdiğin ve hoşnut olduğun güzelliklere çevir! Ya Rabbi!
Allahım
Sen bizlere bizi aşan istidat ve kabiliyetler ver
ve lutfedeceğin bu kabiliyetleri
senin rızan yolunda kullanmayı
bizlere nasip eyle ya Rabbi!
Allahım
Sen bizlere peygamberleri donattığın sıfatları lutfet lakin biz lutfedeceğin bu sıfatları tefahur vesilesi yapmayalım ve hep kendimizi sıfır görelim ya Rabbi!
Allahım
Cümlemize vicdan genişliği lutfet
Kalplerimize inşirah bahşet
Bizleri kollektif şuura sahip kullarından kıl
Ve bizleri müttakilere rehber eyle ya Rabbi!
Ey yüceler yücesi olan Allahım
Biz ümmeti Muhammedin dağınıklığını gider
Bize ve ülkemize birlik ve dirlik ver
Bütün dünyaya da huzur ve barış nasibeyle..
Kalplerimizi birbirene ısındır ve
Bizleri birbirimize sevdir
Dünyanın dört bir tarafında hizmet eden kardeşlerimizi
Bizlerle beraber ihlas-ı etemme muvaffak kıl ya Rabbi!
Allâh’ım!
Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in Sen’den istediği
her türlü hayrı Sen’den istiyor,
yine Peygamber Efendimizin sana sığındığı
her türlü şerden de
sana sığınıyoruz.
Yâ Erhamerrâhimîn ve Yâ Ekremelekremîn!
Bizim, anne-baba ve ecdadımızın
Bize rehberlik ve kılavuzluk yapan büyüklerimizin,
Bir harf bile olsa kendilerinden istifade ettiğimiz hocalarımızın,
Sevdiklerimizin, sevenlerimizin,
Içinde neş’et ettiğimiz beldedeki insanların,
Milletimiz fertlerinin,
Kadın-erkek inanan bütün arkadaşlarımızın,
Dostlarımızın, kardeşlerimizin..
Bize karşı hep civanmertçe davrananların..
Hayır dualarında unutmayıp
Her zaman bizi de yâd edenlerin..
Üzerimizde hakkı bulunan kimselerin..
Kıymetli nasihatleriyle
Bize bekâ desenli sâlihatın yollarını gösterenlerin…
Ve bütün ümmet-i Muhammed’in
Günahlarını bağışla! Ya Rabbi!
Allahım!
Duamızın sonunda Sana olan minnet ve şükran hislerimizi
Bir kere daha tekrarlıyor,
Resûl-ü zîşânı, âlini, ashabını
Bir kez daha salavâtlarla anıyor
Ve dualarımızı kabul buyurmanı istirham ediyoruz.
Ne olur, bizlerin dualarına icabet buyur ya Rabbi!
Amin ve selamün alel murselin vel hamdü lillahi Rabbi’l-alemin…
ÖMER FARUK ŞENTÜRK
Bu gece kalbimize bir güneş doğdu! (Mevlid Kandiline dair güzel bir yazı)
Bu gece kalbimize bir güneş doğdu! Yıllardan milâdî 571. Aylardan Rebîülevvel ayı. Ayın on ikinci gecesi. Günlerden Pazartesi. Evlerden Mekke’nin en şerefli, en mütevazı, en sakin, en huzurlu evi. Vakitlerden, vakitlerin sultanı, zamanların en şereflisi seher vakti. Şu karşıladığımız gecenin seher vakti, o şerefli gecenin sene-i devriyesi. Kâinat ve kâinatın her bir zerresi görülmemiş bir sevince gark oldu o gece. Karanlıklar bir anda nurla yırtıldı, doğudan batıya her yer nurla doldu. Putlar devrildi. Bin yıldan beri yanan Mecusî ateşi söndü. Kutsanan Save Gölü bir anda kurudu. İran’da Kisrâ’nın sarayının on dört sütunu çatır çatır yıkıldı. Gökten bir yıldız doğdu ve yıldızlar salkım saçak yere doğru eğildiler. Çünkü o an, kâinata şan ve şeref veren, Kâinatın Efendisi, dünyanın ve âhiretin Güneşi Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm dünyaya teşrif buyurdu. Kutlu anne Hazret-i Âmine validemiz anlatıyor: “Hamileliğimin altıncı ayında bir gece rüyamda karşıma bir zat çıkıp dedi ki: ‘Ya Âmine, bil ki sen, âlemlerin hayrına hamilesin. Doğduğunda ismini Muhammed koy. Halini hiç kimseye bildirme. “Doğum zamanı gelmişti. Kayınpederim Abdulmuttalip, Kâbe’yi tavafa gitmişti. Evdeydim. Birden kulağıma müthiş bir ses geldi. Korkudan eriyecek gibi oldum. Bir de ne göreyim: Bir beyaz kuş peydahlanıp yanıma geldi. Ve kanadıyla arkamı sıvazladı. O andan itibaren bende ne korku, ne kaygı hiçbir şey kalmadı. “Yanıma bir göz attım: Bana bir ak kâse içinde şerbet sunuyorlar. Kâseyi dikip içer içmez beni bir nur denizi sardı. Ve Muhammed dünyaya geldi. “Gördüm ki doğuda bir bayrak, batıda bir bayrak, Kâbe’nin üstünde bir bayrak. Doğum tamamlanmıştı. Yavruya baktım: Secdede! Parmağını göğe kaldırmış. Hemen bir ak bulut inip yavruyu kundakladı, kucakladı ve kapladı. Bir ses işittim: ‘Doğuları ve batıları dolaştırın! Deryaları denizleri gezdirin. Tâ ki mahluklar Muhammed’i ismiyle, sıfatıyla, sûretiyle tanısınlar’ Biraz sonra bulut gözden kaybolup gitti.” Kâinatın övünç kaynağı Hazret-i Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm) dünyaya geldiği sırada, aziz annesinin yanında Abdurrahman bin Avf’ın annesi Şifa Hatun ile Osman bin Ebû’l-As’ın annesi Fâtıma Hatun da vardı. Şifa Hatun o an gördüklerini şöyle anlatır: “Allah’ın Resûlü (Aleyhissalâtü Vesselâm) doğdukları zaman ben oradaydım. Hemen yetiştim. Kulağıma bir ses geldi: ‘Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun!’ “Doğu ile batı arası nurla doldu. Hatta Rum diyarının bazı saraylarını gördüm. Sonra Allah Resûlünü kucağıma alıp emzirmeye başladım. Üzerime öyle bir hâl geldi ki, vücudum titremeye başladı. Ve gözlerim karardı. Yavrucağı gözden kaybettim. Yine bir ses: ‘Nereye gitti?’ diye sordu. ‘Doğuya götürdüler!’ diye cevap verildi. “Bu sözler zihnimden hiç çıkmadı. O zamana kadar ki, Allah Resûlü peygamberliğini ilân eder etmez hemen koştum ve ilk Müslümanlarla birlikte iman ettim.”1 O sıralarda, Mekke’de bir Yahudi oturuyordu. Resûlullah’ın (asm) doğduğu gecenin sabahı Kureyş’lilerin karşısına çıktı ve sordu: “Bu gece kabilenizden bir oğlan çocuğu doğdu mu?” Kureyşliler: “Bilmiyoruz!” dediler. Yahudi sözlerine devam etti: “Varın, gidin, araştırın, soruşturun. Bu ümmetin Peygamberi bu gece doğdu! Sırtında alâmeti var!” Kureyşliler araştırdılar, soruşturdular ve gelip Yahudi’ye haber verdiler: “Bu gece Abdulmuttalip oğlu Abdullah’ın bir oğlu dünyaya geldi. Sırtında bir alâmet var” dediler. Yahudi gitti, Resûlullah’ın (Aleyhissalâtü Vesselâm) mübarek sırtındaki peygamberlik alâmetini gördü. Gördü ama aklı başından gitti. Canından, ruhundan bir parça kopardılar sanki. Kendini yırtarcasına haykırdı: “Peygamberlik artık İsrail oğullarından gitti! Bundan sonra artık başka peygamber gelmeyecek! Kureyşlilere öyle bir devlet gelecek ki, haberi doğudan batıya kadar ulaşacaktır” diye bağırdı.2 Bin dört yüz otuz yedi yıldan beri ufkumuz aydınlık bizim elhamdülillah. Karanlık mecâzî oldu, aydınlık hakîkat artık. O gün bu gündür karanlık geçici, aydınlık ebedî; karanlık yüzeysel, aydınlık özde; karanlık hayalî, aydınlık gerçek. Hakikat güneşi bütün kâinatın semasında bu gün. Her taraf nurlu, her taraf aydınlık. Hazret-i Peygamber’in (Aleyhissalâtü Vesselâm) ismi ve getirdiği nur, doğudan batıya her yere ulaştı, her yeri zaptetti bugün. Devir onun (asm) devri, zaman onun (asm) zamanı. Çağa hâkim olan o (asm). Dünyayı elinde tutan o (asm). İnsanlığı ayakta tutan o (asm). Bu gece onun (asm) doğumunun 1437. şerefli yılının yıldönümü. Onun (asm) aramıza, kalbimize, dünyamıza gelişini bir kez daha tebrik ediyoruz. Ona (asm) ve onun âl ve ashabına kâinatın zerreleri sayısınca salât ve selâm olsun. Bu gece, Peygamber Efendimiz’e (asm) bîatımızı yenilemeli, onu salât ve selâmlarla çok anmalıyız. “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin”3 âyeti gereğince Peygamber Efendimiz’in (asm) sünnetine göre yaşama azmimizi ve aşkımızı canlandırmalı, yaptığımız duâ ve zikirlerle, ömrümüzün son nefesine kadar yaşama niyetinde olduğumuz sünnet-i seniyye ile hem Allah’ın rızasına, hem de Resûlullah’ın (asm) şefaatine mazhar olmaya çalışmalıyız. Mevlid Kandilinizi tebrik ederim. Dipnotlar: 1- S. Suruç, Peygamberimizin Hayatı, s. 57; 2- A. Cevdet Paşa, K. Enbiyâ, 1/43; 3- Âl-i İmrân Sûresi: 31 Süleyman Kösmene