Her şey babamın Tüberküloz (Verem) hastası olduğunu öğrenmemizle başladı.
Kurallar gereğince yakın aile bireylerinin taramadan geçirilmesi ve göğüs röntgeni çektirmesi gerekmekteydi. Öncesinde hiçbir şikayetim ya da rahatsızlığım olmamasına rağmen çektirdiğim film sonucunda tüberküloz hastası olduğumu öğrendim. Ayrıca bu süre içinde görüştüğüm dört farklı doktor bana "zaatürre, ciğerlerinde duman var, tüberküloz" gibi birbirinden farklı üç teşhis koymuştu. Olayın şaşkınlığı sürerken yaptırdığımız balgam tetkiklerinde balgamda mikrop görülmemişti. Üstelik akciğerdeki hastalıklı bölge çok küçüktü. Anlaşılan hastalık henüz başlangıç evresindeydi ve tesadüfen babamın hastalığının ortaya çıkması sonucu fark edilmişti. Herkes mikrobu babamdan aldığımı düşünmekteydi. Oysa durumun bu tahminlerden çok faklı olduğu bir süre sonra anlaşılacaktı. Kültür testi sonucunda tüberküloz mikrobu taşıdığım öğrenildikten sonra 13 Mayıs 2006 tarihinde "majör tedavi" adı verilen ve iyi şartlarda en az 6 ay süreceği düşünülen tedavim başlamıştı. Hastalığı kabullenmek, bilmeyen insanlara ve yakın çevremdekilere bunu anlatmak oldukça güçtü. İnsanlar günümüzde hala verem hastalığını saklanması ve utanılması gereken bir hastalık olarak düşünmekteydiler. Bu arada iş ve ev yaşantımda yeniden düzenlemelere gitmek ve hastalıkla etkili biçimde baş etmek gerekmekteydi. İlaçlara uyum sağlamak, hiç aksatmadan ilaçları kullanmak ve doktorlarımın önerdiği tedavi düzenini uygulamak zorundaydım. Yaşadığım şok edici gelişmeye henüz uyum sağlamaya çalışırken tedavinin başlangıcından bir ay sonra 13 Haziran günü Deneysel Tıp Araştırmaları Enstitüsündeki görevli hekimden gelen bir telefon tüm yaşantımı farklı bir yöne çevirecek bir haberi beraberinde getirdi. Yapılan testler sonucunda taşıdığım mikrop "çok ilaca dirençli" olarak nitelendirilen bir mikroptu. Bunun açıklaması; telefonda hekimin de belirttiği üzere, daha önce bu hastalığa yakalanmış ve tedavi görmüş ancak tedavisini yarım bırakmış, ilaçlarını düzensiz kullanarak mikrobu dirençli hale getirmiş bir kişiden hastalık bulaşmıştı. Bu durumda babamdan mikrobu almam söz konusu değildi çünkü yapılan aynı testler sonucunda babam tedavide kullanılan tüm ilaçlara duyarlıydı. Bu durum tedavide bambaşka bir dönemi beraberinde getiriyordu. Kullanılan 12 adet ağır antibiyotiğin (INH 1 adet, Rifamisin 2 adet, Etambutol 3 adet ve Morfazid 6 adet) hiçbiri mikrobu öldürmekte yeterli değildi. 5 ay süresince bu tedaviye yine de sonuç alınabilir, başarılı olunabilir ümidi ile devam edildi. Ancak geçen 5 aylık sürede yapılan tüm testler tedaviden sonuç alınamadığını göstermişti. Bu süre içerisinde Temmuz ve Eylül aylarında iki farklı dönemde kısa sürelerde hastaneye yattım. Her bir yatış hastalıktan kurtulmam konusunda beni ümitlendirirken yaşattığı olumsuz gerilim ve psikolojik baskı da hayatımı gittikçe zorlaştırmıştı. Belirsizlikle geçen bu dönemden sonra tedaviyi yürüten doktorum kesin ve son kez "minör tedavi" adı verilen ve yan etkilerinin diğerinden daha fazla olduğu, riskleri olan ve çok fazla sayıda antibiyotiğin çok daha uzun süre kullanılmasını gerektiren bir tedaviye başlama kararı almıştı. Bu çok zor bir dönemdi. Çünkü hem hastalığın tedavi edilmesini ve iyileşmeyi isterken hem de ilaçların vücudumda yaratacağı etkilerden korkmaktaydım. Ancak iyileşme ümidi hepsinden ağır basmıştı. Ve son defa 6 Ekim 2006 günü hastaneye 34 gün kalmak üzere yattım. Yeni ilaçlarla birlikte hastanede yeni bir yaşam biçimine de başlamış oldum. 6 ay boyunca sürecek iğneler, günde 16 adet (2 doz amikasin, 10 adet PAS, 2 adet siklokap, 1 adet avelox, 3 adet promid) içilen antibiyotiklerin verdiği rahatsızlıklarla baş etmek hiç de kolay olmamıştı. En güzel haber bir ay sonra yapılan test sonucunda gelmişti. Sonuçlara göre kullanılan ilaçlar etkili olmuştu ve tüberküloz mikrobu kültürde negatifleşmişti. Bu sevinçli haberle doktoruma gittiğimde onun söylediği şu sözler bana yaşadıklarımın ne kadar zorlu ve ürkütücü olduğunu bir kere daha hatırlatmıştı. Doktorum: "lezyon çok küçüktü, şanslısın, bundan sonra 18 ay daha tedaviye devam edeceksin" 18 ay daha ilaçlarla yaşamak düşüncesi insanı korkutsa da seçim yapma olanağınız olmuyor. 5 Mayıs 2008 tarihi benim için oldukça önemli bir tarihtir. 5 aylık majör, 19 aylık minör tedavinin sonunda sağlığıma kavuştuğumun ifadesidir. Geçen 24 ay içinde vücudumun ilaçlara verdiği tepkiler, ilaçların yan etkileriyle baş edebilmek, yaşamımı yeniden düzene koyabilmek, hastanede uzun dönem kaldıktan sonra eve geri dönebilmek bende iz bırakan anlardır. Bugün bu satırları yazabilmek bile benim için kolay değildir. Tedaviye başlarken, bittiğinde savaştan galip çıkmanın verdiği sevinci yaşayacağımı hayal ederdim. Oysa tedavinin bittiği gün uzun bir yoldan gelmiş bir yolcu kadar yorgun olduğumu hatırlıyorum. Bu süre zarfında tek başıma değildim elbette. Bana destek olan ailem ve yakınlarım, çok güvendiğim doktorlarım vardı. Onlar olmadan belki de zor zamanları atlatamazdım. Ancak aileme, doktorlarıma, tedaviye ve ilaçlara duyduğum güven ile bana söylenenleri harfiyen uygulayarak bu işin içinden çıkabildiğimi biliyorum. Sadece tüberküloz ilaçlarını değil bu süre içerisinde ilaçların olumsuz etkilerini gidermek için midemi koruyacak diğer ilaçları, vücut direncimi arttırıp bağışıklık sistemimi güçlendireceğini düşündüğüm vitaminlerimi hiç aralıksız 24 ay boyunca hergün kullanmıştım. Düzenli olarak aylık kan tahlillerimi yaptırarak karaciğer ve böbrek fonksiyonlarını kontrol ettirmiş ve sonuçları doktorlarımla paylaşmıştım. Tedavide genel eğilim gün içinde tüm ilaçların bir seferde hasta tarafından içilmesidir ancak bu uygulama hastayı bitkin bırakmakta ve ilaçların yarattığı olumsuzlukların yoğun olarak yaşanmasına neden olmaktadır. Onun yerine ilaçları birbirine yakın aralıklarla gün içinde bölerek, düzenli şekilde her gün aynı saatlerde içmek kaydıyla ve bunu doktorumun bilgisi dahilinde yaptığımı belirtmeliyim. Tedavide zaman zaman yaşadığım karamsarlık dolu anlarım, ruh halimdeki iniş ve çıkışlar, ilaçların yarattığı olumsuz durumlar-yan etkileri, hastanede yaşadığım beslenme, temizlik, güvenlik, personel vb sorunlar, diğer insanların bana bakışı ve verdiği tepkilere rağmen uzun, zorlu ve yorucu bir tedavisi olan bu hastalığın üstesinden gelmek için kararlı davranmanın ve adeta hastalıktan daha fazla dirençli olarak hayata bağlanmanın bu işte en önemli unsur olduğunu söyleyebilirim. Son söz olarak, hastalıkla baş edebilmede tıbbi tedavinin yanı sıra özellikle hasta-hekim arasında açık bir iletişimin olmasının, hastanın istediği ve merak ettiği bilgiyi doktorundan alabilmesinin, hastalığı ve sağlığı hakkında bilgilendirilmesinin yani eğitsel anlamda hastanın desteklenmesinin olumlu katkılar sağlayacağı görüşündeyim. Ayrıca hastalık süresince, psikolojik açıdan hasta ve yakınlarının desteklenmesinin tıbbi tedaviye olan güveni ve inancı arttıracağı gibi olumlu bir bakış ile ruh sağlığı üzerinde de istenilen yönde kazanımlar sağlayacağı bilinmelidir. Bu nedenle tüberküloz tedavisinde verilecek hizmetlerin niteliğinin arttırılmasında sadece fiziksel değil bilişsel, duygusal ve sosyal açıdan iyilik halinin gözetilmesi için yapılacak düzenlemelere ihtiyaç duyulduğu kanaatindeyim. Bugün tedavisini yarım bırakan eğitilmemiş, tedavinin gerekliliğine ve zorunluluğuna inanmamış birçok tüberkülozlu hasta hem kendi can güvenliğini hem de toplumun can güvenliğini hiçe saymakta ve olası risklerden habersiz olarak toplumda aramızda yer almaktadır.
Sağlık ve mutluluk dileklerimle…