17. Beylerbeyi'nde Necip Fazıl'ın verdiği yemek ve sonrasında yaşanan derin hüzün
Uçarı, bazen şımarık, kimi an durgun ve üzgün olan şair aynı zamanda çok geniş kalpli ve sevecendi. Muzipliklere bayılan, şakalar yapmayı seven, dostlarına sıcak bir tebessümle bakan şair bazı demler müthiş üzüntülere kapılıyordu. Yakın dostlarına verdiği bir yemeğin öncesinde ve sonrasında yaşananlar olayı anlatan Mina Urgan ’ı bile hüzünlendirmişti. Heyecanla gerçekleştirilen bir davet kötü bir oyuna, hüzünlü bir sona gebeydi… “Beylerbeyi tepelerinde eski bir konakta, kalabalık bir aydın grubuna verdiği şölen, bu gösteriş merakının en 'eğlenceli örneğidir. O güne değin Beyoğlu'nda kıytırık Rum' pansiyonlarında oturan Necip Fazıl, bizleri o konağın zemin katma davet etti. Şatafatlı mobilyalar arasında, inanılmaz bir j lüks içinde bulduk kendimizi. Hiç unutmam, büyükçe güze bir akvaryum bile vardı salonda. Gösterişli yemek takımlarıyla süslü, pahalı ve lezzetli yiyeceklerle dolu bir büfe hazırlanmıştı. Necip Fazıl, yemeğe başlamadan önce, büyükannesinin elini öpmemiz gerektiğini söyledi. Bahçeye gittik. Biri sağda, bir solda iki merdivenle, birinci kattaki balkona çıkılıyordu. Balkonun ortasında, başörtülü yaşlı bir kadın oturuyordu. Bizler sıraya girdik ve diploma töreni yapılıyormuş gibi, sağ merdivenlerden çıktık, yaşlı kadının elini öpüp alnımıza koyduktan sonra sol merdivenden indik. Yaşlı kadın hiç konuşmuyor, "sağ ol evladım" diyordu sadece. Sonradan anlaşıldı ki, o ihtiyar, Necip Fazıl'ın büyükannesi filan değil, konağın sahibesiymiş ve bir süredir kira veremeyen Necip Fazıl, bu el öpme törenini düzenleyerek, kadıncağızın gönlünü alacağını hesaplamış. O şölende yedik içtik, eğlendik. Necip Fazıl da formundaydı. Çok renkli, çok güzel konuşuyor; hepimizi güldürüyordu. Örneğin, elimdeki sigaradan, dumanlar saçarak bir köprünün altından geçercesine onun dev bacaklarının (daha önce de belirttiğim gibi bacakları fazlasıyla kısaydı aslında) altından geçen küçük bir Şirketi Hayriye vapuruna benzetiyordu beni. "Bir nazar boncuğu kadar sevimli ve saçmasın" diyordu. Gelgelelim sabahın dördüne doğru neşesi filan kalmadı. Bir an önce gitmemizi istemeye başladı. Biz sabah vapuruyla gideceğimizi söyleyince, tikleri arttı, sessizliğe gömüldü.Sabahın yedisinde telaşının nedeni anlaşıldı: Konağın bahçe kapısına bir kamyon dayandı. Kamyondan inen iki üç hamal, o görkemli mobilyaları, o şatafatlı yemek takımlarını, kamyona taşımaya başladılar. Şeytanın aklına gelemeyecek şeyler Necip Fazıl'ın aklına gelebildiği için, bütün bu lüksü bir geceliğine kiralamış meğer. O sıralarda Boğaz Köprüsü olmadığı, karşı yakaya ancak Harem-Salacak arabalı vapurlarıyla geçilebildiği için, bu lüksü sağlayan şirket, erkenden göndermiş kamyonu. Bu duruma gülemedik. Bir hüzün bastı hepimize. Necip Fazıl'ın kiraladığı ve kirasını veremediği konakta, eski püskü iki sedir, birkaç sandalye ve o güzel __akvaryum kaldı kala kala.”